Saudade Süeda ve Kara Dede
DENİZE vurgundu.
Gençlik yıllarını okyanusta geçirmiş sayılırdı. Sonu hesap edilemeyen uzun yolculuklara çıkardı.
Macerayı seviyordu elbette. Zorluklardan yılmayan mücadeleci bir yapısı vardı. Gözü pekti. Esmere çalan ten rengi bu uzun süren deniz yolculuklarında biraz daha koyulaştığından artık neredeyse ismi unutulmuş ve herkes kendisine “Kara” diye seslenir olmuştu.
…
KARA ile ünlenmesi elbette gözü karalıktan geliyordu. Kafaya koyduğunu ne pahasına olursa olsun muhakkak yapardı. Yılmazdı. Geri çekilmezdi. Hedefine kararlı adımlarla muhakkak yürürdü.
İstikrarlıydı. Geçici heveslerin değil ısrarlı ülkülerin adamıydı.
…
OKYANUS demek zaten zorluk demekti.
Aşırı derinliklere karşı hazırlıklı olmayı ifade ederdi. Ekipmana zarar verebilecek yüksek basınca karşı tedbirler geliştirmeyi mecburi kılardı. Görüntü teknolojilerinin bugünkü kadar gelişmediği o günlerde sınırlı görünürlük ile bunları yapmak aklın iyi çalışması ve iradenin güçlü oluşuyla ancak mümkün olabilirdi. O muazzam büyüklüğün içinde insan kendi küçük hacmini düşündüğünde güçlüklerle başa çıkmak elbette başka türlü mümkün olmazdı.
Elbette tahmin edilemeyen hava şartları da hesaba katılmak zorundaydı. Dalgalarla boğuşmak sadece güçlü bir geminin ötesinde başka varlıkları da gerekli kılıyordu. İşte “Kara Dede”nin böyle bir zorlu bir hayatı olmuştu.
…
TASI tarağı toplamış memleketine dönmüş ihmalden dolayı baba ocağı örene döndüğünden kendine köyün çıkışında ahşaptan bir baraka yapmış, meyve ağaçları dikmiş, harika bir gölgelik inşa etmiş orada gönlünü eğlemeye başlamıştı.
Kimi kimsesi yoktu. Yalnızlığın telvesinde yaşıyordu. Zamanla muhabbetinin tadını ve kalbinin derinliğini keşfedenler olmuştu da bu yalnızlıktan bir nebze olsun sıyrılabilmişti.
Akşamları çevreden toplanan çalı çırpıyla semaveri uyandırılıyor, çay o ateşte demini alıyor yanı sıra muhabbet harlanıyordu. Güngörmüş umur sürmüş birisi olduğundan kültürü de........
© İstiklal
