İmtiyazlı Mümtaz
İKİ ablası vardı. Altın sarısı ve upuzun saçlarıyla çevrenin her zaman ilgisini çeker kendileriyle âdeta ilgilenmek zorunda bırakırlardı. Anneleri her gün saçlarını farklı modellerle aynı şekilde toplardı. Elbiseleri de aynı renk olduğundan çoğu komşular onları ikiz sanırdı. Yaş farkı bir buçuk sene olunca bunu ayrıştırmak zaten güçtü. Beyaz tenliydiler. Gözleri de kahve rengi ve iriydiler. Sizinle konuştuklarında başka yöne bakma fırsatı vermezlerdi.
Çok uyumluydular. Kavga ettiklerine neredeyse hiç rastlanmazdı. Büyümüşler de sonradan küçülerek mevcut bedenlerine yeniden dönmüş gibiydiler.
Anneleri de güzeldi hakkını vermek gerekirse. Uzun ve ince parmaklara sahipti. Çok pratikti. Onca işi bir çırpıda yapıp bitirirdi sessizce. Gürültüsü patırtısı olmazdı. Geçim ehliydi.
Baba uzuna yakındı. Hafifçe göbeği görmezden gelinirse tığ gibi de denilebilirdi. Mesleği gereği çevikti. O tarihi çarşıda esnaf olmak zaten başka türlü yapılamazdı. Dükkân komşuları tarafından sevilip sayılırdı. İtibar görürdü.
Birgün yan komşuda iki müşteri arasında çıkan şiddetli kavgayı yatıştırmak üzere müdahale etmek istediğinde o gözü dönmüş öfkeli kişiler tarafından ne yazık ki darbeye maruz kalmış ve yıkılıp düşerken başını tezgâhın mermerine çarptığından beyin kanaması geçirmiş ve kurtarılamamıştı.
…
BEKLEDİKLERİ erkek evlat bu olaydan dört ay sonra dünyaya gelmişti.
Babasıyla tanışma imtiyazına sahip olamamıştı. Garip kalmıştı. Kanadı kırıktı.
Aile birbirine tutunmayı bildi. Güç topladılar. Yıkılmadan yaşamın zorluklarına karşı direndiler.
Babaanne çok dirayetli bir kadındı. O da erken denecek bir yaşta emniyette üst kademe çalışanı olan eşini bir çatışmada yitirmişti.
Bir şehit eşi olarak dik durdu. Bu........
© İstiklal
