Bizde Neden Büyük Sanatçılar Yetişmiyor?
Sanat, insanın varoluşundan beri kendini ifade etme biçimidir; ruhun yankısı, zamanın şahidi, insanlığın ortak dilidir. Ancak bizde sanatçı, köklerinden kopmuş, dünyayı tek bir pencereden gören, bilgiye ve hikmete kulağını tıkayan bir yalnızlık içinde var olmaya çabalar. Kültürel mirasına sırt dönmüş, kendi sanat geleneğinden bihaber bir sanatçının evrensel bir dile ulaşması mümkün müdür?
Ünlü Rus yazar L. N. Tolstoy, sanatın izini suya giden kızların türkülerinde, kış geceleri ninelerin anlattığı masallarda arar. Oysa bizim sanatçılarımız ne halk edebiyatını ne de divan edebiyatını hakkıyla bilir. Bir dünyaya kulak kesilmişse, diğerine kördür. Bu yüzden, kendi ülkesinde bile herkese hitap edemeyen bir sanatçı, dünya halklarına nasıl sesini duyurabilir? Sanat, yalnızca bireysel bir çaba değil, bir kültürün, bir medeniyetin birikimidir. Kendi özünden kopan sanatçı, derinlikten mahrum kalır, yüzeyde savrulur ve evrenselliğe erişmek bir yana, kendi toprağında bile kök salamaz.
Batıyı bilir ama doğuyu tanımaz. Yunan mitolojisini ezbere anlatır fakat Gılgamış Destanı’ndan bihaberdir. Oğuz Kağan Destanı, Binbir Gece Masalları, Kelile ve Dimne ona yabancıdır. Oysa Nietzsche’nin şu sözü her şeyi özetler: “Bütün dünya edebiyatı yok olsa ve elimizde sadece Binbir Gece Masalları kalsa, o bile insanlık için yeterdi.”
Ama bizim sanatçılarımız, ne bu masalları bilir ne de onları anlamlandırabilir. Fuzuli’yi, Baki’yi, Nedim’i, Molla Ahmed-i Cezirî’yi, Fekîye Teyran’ı, Ahmede Hani’yi, Hafız-ı Şirazi’yi, Sadi’yi, Mevlana’yı derinlemesine bilmez. Oysa Sadi’nin sözleri Birleşmiş Milletler binasının kapısına asılmıştır. Hafız-ı Şirazi, Goethe’yi Doğu-Batı Divanı’nı yazmaya sevk etmiş; Kur’an-ı Kerim, Rusya’nın büyük şairi Puşkin’e ve Fransa’nın efsanevi edebiyatçısı Victor Hugo’ya ilham olmuştur. Lakin biz, elimizdeki bu hazinenin farkında değiliz.
Batının sanat anlayışı figüratif resme dayalıdır çünkü kökenini Yunan’dan alır. Bizde ise sanat daha çok söz (logos), mimari ve minyatür üzerinden şekillenmiştir. Çin ve Japon minyatür sanatına benzer biçimde, soyut kavramlar ön plandadır. Çünkü İslam sanatında tasvirin yasak olması, anlatımı güçleştirir ve sanatı farklı bir yöne iter. O yüzden, mana iklimimizin sultanlarından Şeyh Gâlip şu sözüyle sanattaki soyut anlatımı vurgular:
“Bâlâ-rev olan ancak mânâ-yı mücerreddir / Tasvîri Mesîhâ’nın büt-hânede kalmıştır.”
(Yüceye yükselen ancak soyut manadır; İsa’nın tasvirleri puthanede kalmıştır.)
Necip Fazıl da benzer bir özlemle şöyle der:
“Uyumak istiyorum; başım bir cenk........
© İstiklal
