menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yüzyılın Müstemleke Dayatması ve Abraham Antlaşmaları Karşısında Türkiye ve Türk Devletlerinin Duruşu

14 0
11.11.2025

Gölgesinde yaşadığımız coğrafya, taş ve toprak ile beraber inanç, vicdan ve medeniyet yürüyüşünün sahnesidir. Ne var ki bugün yeni bir dönemle karşı karşıyayız: Abraham Antlaşmaları adıyla anılan süreç, laik diplomasi ve askerî iş birlikleri üzerinden şekilleniyor; ama bu süreçte insanî meşruiyet parametreleri hızla aşınıyor.

Normalleşme hamleleriyle öne çıkarken, hak ve adâlet zemininden kopmuş bir düzenin ideolojik altyapısı da görünür hale geliyor. Bu tablo, özellikle Türkiye ve Türk devletleri için yalnız bir diplomatik mesele değil; kimlik, medeniyet ve stratejik varoluş açısından kritik bir dönemeçtir.

Gazze'nin enkazları arasında kaybolan masum çocukların sessiz çığlığı, Siyonizm'in askeri söyleminin insanî meşruiyetini toprağa gömmüştür. 2020'de imzalanan Abraham Anlaşmaları ise, bu meşruiyet krizine karşı kendi çıkarları ve projeleri doğrultusunda stratejik bir nefes borusu olarak tasarlanmıştır. Bu süreçte Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri, kadim jeopolitik dengeleri korumak için tarihi bir imtihanla karşı karşıyadır.

Abraham Anlaşmaları'nın perde arkasında çok daha derin stratejiler yatmaktadır. Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn'in bu yönde attığı adım, Körfez'de jeopolitik deprem oluşturmuş, "barış" kisvesi altında karşıt cephe genişletilmesi hedeflenmiştir. Petrol gelirlerinin @'ını kaybetme riski, Körfez monarşilerini bu dayatmaya boyun eğmek zorunda bırakmıştır.

Abraham Antlaşmaları ile söz konusu Arap ülkeleri ve İsrail arasında diplomatik ilişkiler normalleşmeye başlamıştır. Bunun arkasında Batı destekli yeni ittifak ve güç dengeleri yer almaktadır. Bu yeni eksen, Türkiye açısından dikkat edilmesi gereken bir “kurgu değişimi”dir: İçinde bulunduğumuz Doğu Akdeniz, Kafkasya ve Ortadoğu arenasında Türkiye’nin tarihî jeopolitik rolleri yeniden sorgulanıyor. Meselâ, normalleşme adımları, kamuoyunda “Filistin davasının geri plana itilmesi” endişesiyle birlikte algılanmıştır. Bu yönüyle Türkiye için ilk tehlike: Dinî, mezhebî, etnik ya da çıkar temelli yeni eksenlerde yalnızlaşmaktır.

Her diplomasi başarısının dayandığı temel unsur, haklılık ve adâlet duygusudur. Oysa bugün normalleşme süreçlerinde Filistin meselesinin yeterince dikkate alınmadığı ve işgal politikalarının üzerinin örtüldüğü yönünde güçlü görüşler vardır. Türkiye açısından ikinci tehlike, insanî meşruiyetten uzak bir pozisyon almak, yani tarihin ve vicdanın karşısında yalnız kalma riskidir. Bu durum, sadece dış politika değil, iç siyaset, toplumsal sinerji ve medeniyet algısı açısından da zayıflığa yol........

© İstiklal