menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İnsanı ve İnsanlığı Merkeze Alan Bir Düşünce Biçimi ile Hak, Hakkaniyet, Adâlet ve Hürriyet Mirasını Yeniden İnşa Etmek

7 8
01.06.2025

İnsanî, vicdanî, ahlâkî, hukukî ve idarî olarak insanı merkeze alan bir düşünce biçimi hem şahsî hem toplumsal huzurun temelini oluşturur. Çünkü insan, sadece biyolojik bir varlık değildir; aynı zamanda ahlâkî, sosyal, ruhî ve vicdanî yönleri olan, değer sahibi bir cevherdir. İnsanın değeri, doğuştan gelen haklarıyla birlikte bir mana kazanır. Bu haklar; yaşama, inanç, düşünce, mülkiyet, eğitim, adâlet ve hürriyet gibi temel ilkeleri kapsar. İnsana verilen değerin ölçüsü, haklarının korunma düzeyiyle doğrudan ilişkilidir.

İslâm medeniyetinde de insan, “eşref-i mahlûkat” (yaratılmışların en şereflisi) olarak görülmüş; bu anlayış hem kişinin haysiyetini koruma hem de toplum düzenini sağlama temelinde şekillenmiştir. Bu noktada kul hakkı, sadece kişiler arası bir ilişki değil, aynı zamanda ilâhî bir sorumluluktur. İnsan, yalnızca devlete veya hukuka karşı değil, esasen Allah’a karşı sorumluluk taşıdığı bilinciyle hakka riayet eder.

Hak, hakkaniyet ve adâlet kavramları, İslâm düşüncesinde birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Hak, bir şeyin sahibine ait olmasıdır; hakkaniyet, hakların adilce dağıtılmasıdır; adâlet ise bu düzenin sistemli şekilde korunması ve sürdürülmesidir. Bir insan, hakka sahip olmakla kalmaz; onu aramakla, savunmakla ve başkasının hakkını da gözetmekle yükümlüdür.

İslâm’da adâlet, sadece mahkeme salonlarında değil, kişinin kalbinde, ailede, çarşıda, sokakta, mecliste ve devletin bütün kurumlarında tezahür etmelidir. Müslüman Türk tarihinde, meselâ Hz. Ömer’in “Fırat kıyısında bir koyun kaybolsa, Allah bunun hesabını Ömer’den sorar” sözüyle temsil edilen sorumluluk anlayışı, Selçuklu’da Ahî teşkilatlarında, Osmanlı’da kadılık sisteminde ve devlet yöneticilerinde adâlet ve kul hakkı bilinciyle hayat bulmuştur. Bu........

© İstiklal