Tarihte nakkaş padişahlarda vardı ama onlar yalnızca 'hüsn-i hat' ile anıldılar
Yaşadığımız şu yüzyılda giderek insanların sanata dair bakışları antiseptik bir vakaya dönüşmektedir. Her geçen gün yeniliklere ve sanatta ilerlemelere açık olmamız gerekirken, toplumdaki ezber edilen sayısal algoritmaları maalesef hâlâ yıkamıyoruz. Elbette ki SANAT, bir duygunun, tasarımın, estetik güzelliğin ve benzeri duyguların dışavurumunda, anlatımında kullanılan yöntemlerin tümüdür. Ancak sanatçı ise güzel sanatların herhangi bir dalında tasarımcılığı olan, eserler üreten kişidir. Sanat, duygu ve düşüncelerin, tasarım ve eşsiz eserlerin üretilip yaşatılmasını amaçlayan ve o coğrafyanın çok daha ötesinde bir olgudur. Sanat, taşınabilir ve yaşatılabilir; faktörel nedenlere sebep olabilen bir kavramdır. Sanatçı, yaşadığı coğrafi konumu temel ilke edinerek sanatı var etmekle zaten o coğrafyada mükelleftir. Sanat, sanatçının onu temsil ettiği kadardır. Bana göre de sanat, toplumun ihtiyaçlarını karşılamaktır; var olduğu toplumu eğitmek ve aydınlanmasına katkı sağlamaktır. Yalnızca bir estetik zevk aracı değildir, olmamalıdır da. Oysaki zaman içinde sanatı yalnızca sanat zevkimiz için icra eder olduk. Yediden yetmişe bir ifade biçimi olan sanat, zamanla vermek istenilen mesajı doğruca okuyacak muhatabını maalesef bulamamaktadır.
Cevher sahibi olan insan, zaten beceri ve kabiliyetini kendi derunundan damlatan temsil ve idrakin ifadesidir. Öyle ki sanat, bir toplumun ahlakını, akıl becerilerini, tasarım ihtişamını, ufuk çizgilerini, algı kabiliyetini; yine o toplumun maarif ve muarrifini oluşturmaktadır. Sanat, evrensel bir terim olmakla beraber sanatı var eden sanatçılar da yine o döngüde evrenseldirler. Dili, dini, ırkı, cinsiyeti ne olursa olsun insanlığın fıtratında o bahşedilen yeteneğin olması kâfi gelmektedir. Bir sanatın icracısı olabilmek, o sanata duyulan ilgi ve alaka ile başlar. Cevheri keşfedebilmek ise insanın kendi iç dünyasına yapacağı keşifle başlar. Zamanla ve sabırla yeteneğini........
© İstiklal
