PKK’nın Avrupa’daki Derin Devleti: Siyasi Destek, Yasadışı Gelirler ve Çifte Oyunlar
Avrupa’nın demokratik ekosistemi, özgürlüklerle açılan geniş koridorları, şeffaflık ve hesap verebilirlik iddiasıyla örülü kurumsal yapıları… Bütün bunlar, modern toplumların en kıymetli kazanımlarıdır. Ne var ki aynı koridorlar, şiddeti meşrulaştırmaya çalışan ideolojik ağlar için de birer fırsat alanına dönüşebiliyor. PKK’nın Avrupa’daki varlığını artık salt bir “diaspora lobi faaliyeti” ya da “propaganda” başlığıyla açıklamak mümkün değil. Karşımızda; siyaset, sivil toplum, kültür-sanat, medya ve yasadışı finans kanallarını bir öngörülebilir düzen içinde birbirine eklemleyen bir mimari var. Bu mimarinin adına ben “Avrupa’daki derin devlet” diyorum: Devlet değil, ama devlet benzeri bir gölge işleyiş; hukukî bir kişilik değil, ama hukukî boşluklarda nefes alan paralel bir düzen.
Derinliğin Anatomisi: Devlet Dışı Ama Devlet Gibi
“Derin devlet” kavramını metafor olarak kullanıyorum; çünkü anlatmak istediğim, hiyerarşik emir-komuta zinciriyle işleyen klasik bir yapıdan ziyade modüler bir ağ. Ön cephede “kültür derneği”, “hak savunuculuğu”, “akademik panel”, “barış yürüyüşü” görüyoruz; arka planda ise örgüt ajandasıyla uyumlu bir ritim, tekrar eden isimler, fon akışları ve söylem setleri var. Bu ağın üç işlevi öne çıkıyor:
1. Meşruiyet üretimi: Evrensel değerlerin (kadın-erkek eşitliği, ekoloji, demokrasi, ifade özgürlüğü) seçmeci araçsallaştırılması.
2. Kadro devşirme: Aidiyet arayışındaki gençlere kimlik ve anlam vaadi sunan estetikleştirilmiş aktivizm.
3. Kaynak mobilizasyonu: Yasal fonlardan yasadışı gelir kanallarına uzanan hibrit finans.
Bu işlevler birlikte işlediğinde, Avrupa kentlerinde görünmez bir kurumsallık ortaya çıkıyor: Hukukun sunduğu alanlar, hukukun öngörmediği hedeflere “usulî uyum” kılıfıyla hizmet edebiliyor.
Siyasi Destek Mimarisi: Vitrinler, Vekâletler ve Vaatler
Avrupa siyasetinde yerel ve merkezi düzeyde siyasetçiler, STK’lar ve medya mecraları zaman zaman normatif bir aymazlığa sürükleniyor. İyi niyetli özgürlükçülük ile naif meşrulaştırma arasındaki çizgi silikleştiğinde, PKK’nın söylem mühendisliği devreye giriyor.
• Vitrin Politikası: Şiddet biyografisi arka plana itilir, vitrine “barış”, “kültürel haklar” ve “kadın özgürlüğü” konur. Bu söylem, örgütün silahlı boyutunu ahlakî sis perdesi ile örter.
• Vekâlet Mekanizması: Yerel belediyelerden kültürel etkinlik izinleri, meclislerde “ifade özgürlüğü” başlıklı oturumlar, kampüslerde tek taraflı panel dizileri… Tüm bunlar, vekâleten meşruiyet üretir: “Madem bu kadar saygın platformda yer alıyorlar, o hâlde meşrudurlar” algısı pekişir.
• Seçim Dönemleri ve İkazsız Yakınlık: Ulusal ve yerel seçimlerde küçük oy tabanlarının kritikleştiği anlarda, pragmatik suskunluk hâkim olur. Bazı siyasetçiler, oy kaygısıyla sert sınır çizmek yerine “geçici yakınlık” siyasetine yönelir. Geçici olan ise çoğu zaman kalıcı imaj hasarı üretir.
Sonuç: Örgüt, kurumsal alanların meşruiyet aurasını kendi lehine devşirir; genç seçmen ve diaspora nezdinde “saygın platformlarda görünürlük” bir “haklılık delili”ne dönüşür.
Yasadışı Gelir Ekonomisi: Hibrit Finansın Sessiz Aritmetiği
PKK’nın Avrupa’daki varlığını kalıcı kılan, yalnız propaganda değil; mali sürdürülebilirlik. Burada karşımıza hibrit bir akış çıkıyor:
• Diaspora Üzerinden Zoraki Bağışlar: “Kampanya”, “bağış”, “dayanışma bileti” gibi kalemler, kimi zaman örtük zorlamayla tahsil edilir. Aidiyeti istismar eden bir “örgüt vergisi” davranışı, sosyal baskı ve mahalle denetimiyle işler.
• Suç Ekonomileriyle Temas: Avrupa’nın geniş yeraltı ekonomileri—kaçakçılık, sahtecilik, kara para aklama........
© İstiklal
