menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Dünyaya Hâkim Olan Eşkıyalık Ve İslam Âleminin Kendine Gelme Mecburiyeti

10 0
19.06.2025

Bundan önceki iki yazımızda ABD’li bir yetkilinin (ekonomist Jeffrey David Sachs’ın) Nisan ayı içinde Antalya Diplomasi Forumunda yaptığı, Ortadoğu’da çıkarılan savaşlar hakkındaki değerlendirmesinden oluşan konuşmasına yer vermiştik. Bu yetkili, Ortadoğu’daki savaşların İsrail ve ABD tarafından çıkarıldığını, İsrail’in arz-ı mev’ud hedefine hizmet ettiğini söylüyordu.

Peki ama bu şahıs, kendi ülkesi hakkında nasıl böyle fütursuzca konuşabilmektedir, bundan maksadı nedir ve bu bağlamda Ortadoğu’da barış nasıl sağlanabilir?

Bu yazımızda genel olarak bu iki soruya cevap vermeye çalışacağız.

Hatırlayalım, ABD’li ekonomist Jeffrey David Sachs ne demişti?

“Bunlar tercih savaşlarıdır. Beş yılda yedi savaş çıkarılması planlanmıştı. Bunlardan altısı çıktı, biri henüz çıkmadı. Bu da İran’la olacak savaştı. Netanyahu bu savaşı çıkaramadığı için çok üzgündür.”

Evet, aynen böyle söylemişti ve artık bu İsrail - İran savaşının da çıktığını görüyoruz. Bu savaş bir haftadan beri devam ediyor.

Mademki bunlar, “tercih savaşları” o halde bunlara bazı “bahaneler” lazım.

Bu savaşın çıkış bahanesine bakalım:

İran’ın nükleer silah üretmesi varsayımından bahsediliyor.

Ama bu henüz gerçekleşmiş değil.

Hâlbuki İsrail’in elinde nükleer silahlar olduğu biliniyor. Üstelik İsrail, terörü adeta bir “eylem planı” olarak benimsemiş durumda. Neden bunu da barışı tehdit eden bir sebep olarak göstermiyorlar?

Nasıl ki Irak lideri Saddam’ın kimyasal silah ürettiği bahanesiyle Irak işgal edilmişse, benzer şekilde İsrail ve ABD, nükleer silah ürettiği iddiasıyla İran’daki rejimi devirmek; yerine kendilerinden yana bir rejim kurmak istiyorlar. Böylece arz-ı mev’ud hedefine bir adım daha yaklaşmış olacaklar.

Mesele çok açık. İsrail arz-ı mev’ud hedefi doğrultusunda ABD’yi yanına, AB ülkelerini de arkasına alarak, zımnen şunu demiş oluyor:

“Dünya bizden sorulur. Biz, her türlü silahı üretebiliriz, bunları zalimane bir şekilde kullanabiliriz, her tarafı yakıp yıkabiliriz. Ama işgal etmeyi hedeflediğimiz İslam coğrafyasındaki ülkeler asla silahlanamaz.”

Yani kendileri için hak ve meşru olan şey, İslam ülkeleri için suç teşkil ediyor.

Beş yılda çıkarılan yedi savaşın bütün trajik neticeleri ortada iken, bahane uydurmakta eline su döktürmeyen bu Siyonist güç, hala istediği herhangi bir devlete rahatlıkla saldırabiliyor.

Neymiş? İsrail’in güvenliği tehdit ediliyormuş.

Siyonizme hizmeti adeta kendilerine görev addeden batılı ülkeler, koro halinde şu nakaratı tekrarlıyor:

“İsrail’in kendini savunma hakkı vardır ve biz bunu destekliyoruz.”

Bunu söylerken vicdanları ürpermiyor yüzleri kızarmıyor. Belli ki ar damarları da çatlamış.

Neden?

Çünkü sorumluluk ve muhasebe, hakiki imanın neticesidir. Sahih iman olmayınca, geriye taşlaşmış kalpler, mermerleşmiş beyinler kalıyor.

Ve neticede “Küfür tek bir millettir.” ilkesi müşahhas manada tezahür ediyor.

Şu bir kehanet değil: Bu katliam ve zulümler devam edecek. Ta ki, adına “İslam ülkeleri” denen........

© İstiklal