Oruç Tuttu Beni
Aslında ben bir şey yapmadım ona. Ne yerimden kımıldadım ne bir hareket yaptım ne de ileri geri bir koşu tutturdum ona kavuşmak için. Hiç ama hiçbir şey yapmadım. Bekledim desem o da değil. Zaten duruyordum durduğum yerde. Evden çarşıya, evden işe, işten eve… Sonradan tekrar yazının başına, tekrar bilgisayarın başına… Yok, şu şiir olmuştu da bu diğer şiir iyi olmamıştı faraziyeleri arasında ömrün kıvılcımlarını çakmaya devam ederken geçinip gidiyordum işte. Bütün bu tahayyüller arasında dolaşırken Şaban ayı hazretleri son yıldızlarını dökmüştü üzerimize.
Vaktaki Ramazan ayı geldi ve o gün gelip çattı, ayın on dördüydü zahir; derken ipince bir hilal göründü ve o muhterem akşam yıldızı belirdi asumanda. Biz faniler hâlâ ah ile vah ile yok geldiydi, yok gelmediydi münakaşaları arasında bocalamaya dururken, böyle veya buna benzer şeylerle dakikalar arasında sıkışıp kalmışken kendisi hiç şaşırmadan bütün şaşaasıyla bütün haşmetiyle gelmişti bile.
Bu heyecan arasında bir duraklama anı yaşamadan dahi bir de baktım ki sahiden gelmiş oruç hazretleri. Niye gelmiş, neden gelmiş, nedeni neymiş falan derken gelip oturdu hanemizde. Eh böyle olunca da haydi kalk git denmez ya gelene! Amanın onda bir keyif bir keyif sanki ben onu allı pullu mektupla çağırmışım kadar öyle bir sevinç yoluna giriverdi hemen. Cezbeye tutulmuş gibi dönüp durdu. Ben de “Bila kaydı şart bu sevince katılmaktan başka bir çarem yok” dedim ve peşinden de gönül rahatlığı içinde “Eyvallah!” dedim. Zaten başka yapacak bir şey de yoktu. Ne yapabilirdim ki! Öyle bir keyifle gelmiş, beni yakalayıvermişti bir gece vakti.
Gece diyorum çünkü o kendini hep gündüzlere saklıyordu. Geceyle öyle fazla bir derdi yoktu ama ne yapıp ediyor gece vakti geliyordu gene de. Varsa yoksa gün ışımaya başlarken ki zamandan akşam namaz vaktine kadardı bütün derdi. Gün kararacak ve de gün ışıyacak en büyük kural buydu. Demek ki aydınlığın çekilip kaybolacağı bir ana kadardı işi gücü. Mesai yapar gibi hep o vakitler........
© İnsaniyet
visit website