Hüseyin Atay Hoca ve Kitapların Kaderi
Vefat Yıldönümü Vesilesiyle
Giriş
Cumhuriyet dönemi Türkiye’de dinî hayatın tarihini yazanlar, şüphesiz bir mukaddimeden sonra 1924 te kurulan Diyanet İşleri Reisliği ve 1925 yılında açılan İstanbul Darulfünün İlahiyat Fakültesi ile işe başlayacaklardır. İlahiyat Fakültesi 1933 te yanlış bir karar gereği kapatıldıktan sonra din eğitimi ve öğretimi açısından en şanssız yıllar başlamıştır. 1949 yılında bu sefer Ankara’da açılan İlâhiyat Fakültesi ve farklı illerde hizmete giren yedi İmam Hatip Okulu ile yeni bir dönemin kapısı aralanmıştır. Ankara İlahiyat Fakültesi için 1956 yılında alınan ilk asistanlardan biri de 30 Ağustos 2023 tarihinde başkentte vefat eden Hüseyin Atay’dır.
İlim dünyasındaki yeri, dinî meselelere bakış tarzı ve tartışmaktan zevk aldığı farklı yorumları bir tarafa, doğum yeri olan belde için koordine ettiği bir kültür hizmetini, rahmetle anılmaya vesile olsun diye burada kısaca anlatmak istiyorum… Önce bulunduğumuz yeri belirleyelim. Doğu Karadeniz’in sahil şehri Trabzon’un Doğuya doğru sahildeki son ilçesi Of’tur. Bu ilçeden sonra Rize’nin İyidere ilçesi sizi karşılar. İyidere bu iki güzel şehri birbirinden ayıran bölgedeki yüzlerce ırmaktan/dereden birinin adıdır. İyidere, aynı zamanda Ovit’e doğru yürüyen Rize-Erzurum karayolunun başlangıç noktasıdır. Bu yolu güneye doğru takip ederseniz 25 km. sonra Güneyce tabelası ile karşılaşırsınız. 10 km. sonra İkizdere, daha sonra Ovit tünelinden geçerek İspir’e oradan da dadaşlar diyarı Erzurum’a ulaşabilirsiniz.
Aslına Dönen Bir Köy
Doğu Karadeniz’in kadim yerleşim yerlerinden biri olan Güneyce (eski adı Varda/Hacışeyh Köyü)(1) 1946 yılında ilçe/belediye olmuş (2) 1952 de ise politik sebeplerle (3) Nahiye/Belde olmuş 2014 yılına kadar Belediye kurumu hizmetlerine devam etmiş, nüfusun azalması sebebiyle -bir anlamda aslına dönerek- tekrar İkizdere ilçesine bağlı köy statüsüne geçmiştir.
Atay hocamız işte bu köyde resmi kayıtlara göre 1930 yılında doğmuştur. Köyde Acem İsmail lakabıyla bilinen Hafız İsmail Atay ile Ayşe Hanım’ın oğludur. İsmail Hoca ayrıca birinci sınıf bir taş duvarı ustasıdır. Otuzlu yıllarda İstanbul’a gitmiş, önce Belediye Mezarlıklar Müdürlüğünde imam olarak iş bulmuş (4) daha sonra atandığı Bayezid Camii imamlığından emekli olmuş, 1982 de İstanbul’da âlem-i cemale intikal etmiştir (5).
Hüseyin Atay yüksek tahsilini, kardeşi İbrahim (6) ile birlikte Bağdat’ta tamamlayıp Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde asistan olduğu yıllarda ise Ankara’yı yavaş yavaş tanıyan, para kazanmaya başlayan inşaatçı/müteahhit, -başta kayınpederi Ömer Durmuş (7) olmak üzere- Güneyce’li hemşehrilerini ikna ederek Nahiye’de bir kütüphane kurmayı başarmıştır.
Rize İstanbul Bağdat
Beldemiz, Osmanlı döneminde Medrese’ye ve Ahmet Ziyauddin Gümüşhanevî’nin halifesi olan, Doğu Karadeniz bölgesinde Vardalı Şeyh diye tanınan Osman Niyazi Efendi tarafından kurulan bir tekkeye sahipti. Bu tekkenin de kısmen günümüze ulaşan bir kütüphanesi vardı.(8) 1909 tarihinde vefat eden Osman Niyazi Efendi’nin yakın akrabası olan Hüseyin Atay’ın küçük elleriyle ilk karıştırdığı kitaplar muhtemelen bu tekkeden kalan mahzun yadigârlardır.(9) Bölgenin sanat harikası ahşap camilerinden biri olan ve 1925 tarihinde tekkelerin kapanmasından sonra cami olarak hizmete devam eden bu mekânda (10) otuzlu yıllarda Atay Hoca hafızlığını tamamlamış, sonra ilkokula başlamış, 1941 yılında ailece İstanbul’a, babasının yanına intikal etmişti…(11)
Yeni Kütüphane
Yeni kurulacak olan kütüphanenin yeri, eski ilçe merkezinin Çarşı Mahallesi’ndeki Büyük Cami’nin müştemilatında/dershanesinde olacaktı. Bu caminin imamı da babam Kutuz Hoca (Mehmet Kara) idi. Yıl 1958. Bir gün PTT’ye, dolu dolu birkaç tane büyük çuval arabadan indirildi. Postacı onları, orada bulunanların yardımıyla zar zor içeri alırken ben de torbaların üstünde yer alan yazılara bakıyordum. Bir de ne göreyim. Hepsinde büyük harflerle “Mehmet Kara Büyük Cami İmamı” yazıyordu. Büyük bir sevinçle çuvallara sarıldım. Ne olduklarını bilmeden heyecanla “Bunlar bizim” dedim. Hemen uyarı geldi. “Onlar sizin değil, Kütüphanenin…” Mesele anlaşıldı. Kitaplarla birlikte Atay Hoca babama Osmanlıca harflerle uzun bir mektup yazdı, Bir de ıstampa ve mürekkebiyle bir mühür: “Güneyce Kütüphanesi Tesisi Şubat1958.”
Mektup şöyle başlıyor:
16.02.1958
“Sayın Hafız Mehmet Kara,
Allah’a hamd, Peygamber’e salat, size selamdan sonra,
Ben çok zamandan beri bizim köy diyeyim, şimdi her ne kadar Nahiye oldu ise de bu eski alışkanlık, Güneyce’de kütüphane kurmayı düşünmüştüm. Bunu zaman zaman temas ettiğim arkadaşlara anlattım. Onların bu işe benden hararetli olduklarını gördüm. Nihayet bu sene ilk parti kitabı Hüseyin Arı alıp gönderdi. Bu işte ilk adım sayılan onun bu hareketi unutulmamağa layıktır. İlk olarak beş yüz lira size gönderilen ilk kitapların masraflarıyla beraber alınmasına kâfi geldi. Size Bağdat’tan sipariş ettiğim daha birçok kitap gelecektir. İstanbul’dan da eski Türkçe yeni Türkçe dinî eserler araştırıp bulup göndermeğe çalışacağız…” Mektubun daha sonraki bölümünde kitapların kayıt-kuyut işlerinin nasıl yapılacağı, okuyucu hizmetlerinin nasıl yürütüleceği detaylı bir şekilde anlatılmaktadır.
Kitaplarla Tanışma
Babamın küçük te olsa bir kütüphanesi vardı. Fakat bu yeni kitaplar benim ve kardeşlerimin kitap dünyasının mayalanmasında apayrı bir yere sahiptir. Kütüphane cilt cilt, rengârenk Arapça Türkçe az da olsa Farsça kitapları ihtiva ediyordu. Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi ilimlerin klasiklerini ihtiva ettiği gibi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve İlahiyat Fakültesi’nin o güne kadar yayınladığı bütün dergi ve kitapları da mevcuttu… Müncid gibi renkli resimlerle dolu koca kitapları karıştırmaktan, resimleri seyretmekten, yaprakları koklamaktan aldığım zevki unutamam. Arapça olanları anlamak mümkün değilse de İmam Hatip öğrencisi olduğumuz yıllarda (1963-1970) artık Türkçe olan küçük kitaplarla dost olmaya başlamıştım. Kutuz Hoca’nın izniyle Mihraba geçme, Minbere-Kürsüye çıkma görevleriyle birlikte bu kitaplarla –özellikle Elmalı tefsiriyle- haşir neşir olmaya ayırdığımız zaman da arttı. Tatlı/seçili ve güzel Türkçesiyle Kemal Edip Kürkçüoğlu’nun ”Radyoda Dinî Ahlakî Konuşmalar”ın........
© İnsaniyet
