Benim Oğlum Bina Okur Döner Döner Yine Okur
Önce bu atasözünün oluşumuna bakalım. Eskiden mektep ve medreselerde Arapça eğitiminin ilk safhasında okunan ve fiil çekimlerini gösteren iki kitabın adı Emsile ve Bina’dır. Tahsilini düzenli sürdüremeyenler, işi ciddiye almayanlar veya tembellikleri sebebiyle ara verenler, pişman olup tekrar eğitime başladıklarında unuttukları için sıfırdan başlar, aynı kitapları tekrar okurlar. İşte böyle öğrenciler için dertli bir anne-baba tarafından bu söz söylenmiştir.
Dolayısıyla yerli yersiz, gerekli gereksiz zamanlarda belli işleri/fikirleri tekrarlayanlar için söz konusu ifade kullanılır olmuştur. Din ve Diyanet’e çatmayı bir ritüel haline getirenlerin söylediklerini duyunca bu atasözü tekrar aklıma geldi. Yani söyledikleri cümleler -benim bildiğim- elli altmış yıldır aynı. Bıkmadan usanmadan okuyup duruyorlar. Ne bir adım geri ne bir adım ileri. Burada da başka bir deyimi tekrarlamak gerekiyor: Kabak tadı vermek. Sözlüklerinde üç kelime var bu insanların: İrtica, lâiklik, diyanet. Bazan bu üç kelime üç cümleye/soruya dönüşüyor:
Görevi sona eren Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş Hoca ile ilgili basına akseden bazı cümleler vesilesiyle bu meseleleri tekrar hatırladım. Konu ile ilgili bazı düşünce ve değerlendirmelerimi arz etmek istedim. Şüphesiz Ali Erbaş meslektaşımız da -insan olduğu için- artıları ve eksileri vardır. Hepimizde olduğu gibi. Şimdilik bunu tartışmıyoruz.
Ülkemizde din, dinî hayat ve Diyanet ile ilgili birçok konu farklı mesleklere mensup birçok kişi tarafından tenkit edilmektedir. Bundan doğal bir şey olamaz. Tarihimizde de bunun örnekleri çoktur. Herkes düşüncesini uygun bir üslupla dillendirmesi, sakin bir şekilde beğendiklerini, beğenmediklerini sıralaması, tenkitlerinden sonra tekliflerde bulunmasına kimse bir şey diyemez, dememelidir. Fakat Türkiye’de söz konusu alanlarla ilgili çok farklı kesimlerden çok değişik tenkitler, eleştiriler gelmektedir. Bunları birkaç guruba ayırmak mümkündür:
1) Din, dinî hayat ve Diyanet ile ilgili ölçülü veya ölçüsüz cümlelerle tenkitlerini kamuoyu ile paylaşanların bir kısmı Diyanet Teşkilatı’nın kendi elemanlarıdır. Yakından bakıldığında görülmektedir ki bunların az bir kısmı objektif, büyük bir kısmı sübjektiftir. Bir kısmı ilçe müftüsü olamadığı için, bir bölümü çok hak ettiği halde il müftülüğüne atanamadığı için, bir gurubu da başarılı bir şube müdürü olduğu halde dış ülkelere müşavir olarak tayin edilmediği için, takdirname almış bir daire başkanı olduğu halde bir türlü genel müdür olamadığı için o günkü başkana, yardımcılarına veya başkana yakın olan çevreye açık veya kapalı tenkitler yöneltmektedir. O anda müftümüz veya daire başkanımız şu hususu unutmaktadır: O bulunduğu makam için de zamanında birkaç aday vardı ama o tercih edilmişti. Daha da önemlisi kendinden önce de o makamda birisi vardı. O da görevden alınarak kendisi atanmıştı.
Havsalamın almadığı -yaşıma veriniz lütfen- hususlardan biri de bu teşkilatta yirmiden fazla (doğru mu?) sendikanın bulunmasıdır. Bence........
© İnsaniyet
