Mustafa Kara Hocamız ile Babalar ve Oğullar… “Kutuz Hoca Öğleye Kadar Demircilik Yapar, Sonra Ders Okuturdu.”
– Bismillahirrahmanirrahim. Hocam öncelikle hürmetlerimi sunuyorum. Kabulünüzden dolayı teşekkür ediyorum. Allah razı olsun. Bu odada çok oturduk, çok bir araya geldik. Bizi çok misafir ettiniz. Bize çok ikramlarınız oldu maddi ve manevi anlamda. Az önce de yine Cuma namazı sonrası kıymetli hocalarımızla ve arkadaşlarımızla buluştuk, çayımızı içtik. Bu da güzel bir geleneğiniz bildiğim kadarıyla. Gerek emekli olan hocalarımızın gerekse burada olan arkadaşlarımızın, mezunlarımızın bir araya geldiği Cuma namazı sonrası buluşmalarınız da oluyor. Bu da fakülteden mezun olanların, hocalarımızla irtibatının devamı anlamında gerçekten çok kıymetli.
Hocam, bu yıl aile yılı ilan edildi. Ama bunun ötesinde bizim için her zaman ailenin bir kıymeti var, bir değeri var. Aile ortamı içerisinde anne baba, çocuk ilişkileri ve biraz daha geniş boyutuyla teyze, hala, dayı, amca ve diğer yakınlarla, akrabalarla birlikte biraz daha büyük boyutuyla aileyi düşündüğümüz zaman hepimizin üzerine düşen sorumluluklar var. Ama hassaten sizin hem bir ilim ve irfan geleneğini sürdüren, oradan gelen bir insan, bir hocamız olmanızın yanı sıra rahmetli pederinizle, Kutuz hocamızla olan baba evlat ilişkileri bağlamında bir başlangıç yapalım diyorum. Rahmetli pederiniz bir hocaefendiydi, bir ilim ehli idi. Ağırlıklı olarak köylerde görev yapmış, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kendi köyünüzde görev yapmış birisi. Öncelikle merhum hocamızın yetişme şartları, hocalık süreci, köyde bulunduğu süre içerisinde köylülerle olan iletişimi ve din eğitimi ve öğretiminin daha yaygınlaştırılması anlamında yaptığı çalışmalardan başlayalım mı? Sonra baba oğul ilişkisine geleceğiz.
– Eyvallah. Evet, bu kendisi uzun, tabii cevabı da uzun bir soru. Ama bir yerden başlayalım. Pederimin Kutuz Hoca lakaplı Mehmet Kara 1918 doğumlu. Dolayısıyla o gün için Güneyce bir köy ve bu köyde kadim bir Nakşi dergâhı var ve tarihi yapılar var. Yani medrese de var tekke de var.
Bu tekkenin şeyhi de yine Güneyceli Osman Niyazi Efendi. Bu da meşhur Gümüşhanevî’nin halifelerinden. Tekkede o bulunuyor. 1909’da vefat ediyor. Pederin hafızlık yaptığı bina, işte o tekke binasıdır. Yani ahşap bizim Doğu Karadeniz’de olan birçok bina gibi çok değerli bir binadır. Hâlen koruma altındadır ve cami olarak kullanılıyor. Peder 20’li yıllarda orada hafızlığını yapıyor. Hocasının adı Yusuf Efendi. O da Şeyh Efendinin yeğeni Yusuf Efendi. Babam onun son hafızıdır. Çünkü yirmi dokuzda o da vefat ediyor. Otuzlu yıllar, babamın ilkokulu okuduğu yıllar. O zaman ilkokullar üç seneymiş. Yani peder hafızlığını tamamladıktan sonra ilkokula gidiyor, ilkokulu bitiriyor. Daha sonra bizim oralarda yaygın olan bir şey Ramazanlığa gitmek derler. Yani hafızlar Ramazan ayında Rize’ye, Trabzon’a giderler.
– Cer hocalığı mı hocam?
– Tam değilse de onun gibi bir nevi ama o deyim kullanılmaz bizde, Ramazanlık derler. Ramazan’a gitmek, Ramazan’la gitmek. Ramazan ayı boyunca peder gibi genç çocuklar camilerde ve evlerde mukabele okuyorlar. İyi bir harçlık oluyor tabii. Sonra köy işleriyle de ilgileniyor. Derken 40’lı yıllarda askere gidiyor. “İkinci Dünya Savaşı yıllarında 43 ay askerlik yaptım” dedi peder.
Döndükten sonra askerlikten önce başladığı Arapça öğrenimine devam etti. Böyle hafif diyelim. Arapça öğrenme faaliyetleri de yavaş yavaş başlıyor. İlk hocası Hacı Memiş Efendi. Öğleye kadar birlikte demircilik yapıyorlar, soğuk demircilik. Öğleden sonra ders okuyorlar. O şartlarda yani 40’lı yılların şartları. 1946’da bizim Güneyce köyü, tekke ve medresesi olan bu köy belediyelik oluyor, ilçe oluyor ve peder de bu ilçenin merkez camisine imam oluyor.
– Şu an bildiğimiz Merkez Camii mi hocam?
– Evet Güneyce’deki şimdi Rize-Erzurum yolunun geçtiği cami değil. Bizim cami daha yukarıda, biraz köyün yukarısında, Tekke’de değil. Tekke ayrı bir yerde hafızlık yaptığı yer. Yani pederin imam olduğu veyahut bir başka ifadeyle o ilçe merkezinde medresenin olduğu yer. Dolayısıyla Şeyh Efendinin, Osman Niyazi Efendi’nin kabri de orada. Pederin imam olduğu yerde. Ama ilçe merkezi olunca birileri bu türbenin oradan kalkmasını istiyor. Ve enteresandır Şeyh Efendinin mezarı aşağıda tekkenin olduğu yere naklediliyor.
– Niçin naklediliyor hocam?
– Şikâyet… Yani burası ilçe merkezinde ne işi var bunun diyorlar.
– Neymiş o dönemdeki zihniyet?
– Maalesef o yılların şartlarında oldu. Dergahlara olan karşıtlıktan dolayı 47’li yılların şartlarında nakledildi. İnsanlar buna üzüldü ama neticede oraya taşındı. Dolayısıyla maalesef bir hata daha yapıldı. O tarihi Ahşap Cami de yıkılarak yeni bir cami yapıldı. Onun da gerekçesi, cemaati almaması, küçük olmasıydı…
– Şu an ziyaret edilebiliyor mu hocam?
– Tabii tabii. Bizim orayı bilenler, oradan geçenler çoğu zaman uğrarlar. Meşhurdur yani. Doğu Karadeniz’de meşhurdur.
– Ne diye geçer hocam? Dergâh olarak mı, cami olarak mı geçer?
– Vardalı Şeyh Efendi diye halk arasında kullanılır. Trabzonlular da Vardalı Şeyh dediniz mi, odur, Trabzon bilir bunu. Bizim köydeki adıyla Şeyh Efendi. Prof. Hüseyin Atay Hoca ile onlar aynı ailedendir.
Peder 1948’de orada o caminin yani Merkez Camiinin imamı oluyor. O caminin yıkılıp yapılmasında emekleri var. Derken 50’li yıllarda bendeniz ilkokula gidiyorum. Aslında babamın dediğine göre, beni de kendisi gibi ilkokula göndermeden hafız yapmayı planlamış. Ama sonra vazgeçmiş ondan.
– Okullar biraz da yaygınlaştı ondan mı hocam?
– Artık ondan mı yoksa biraz da takip var o yıllarda, kim geliyor okula, gönderen var mı, göndermeyen var mı filan. Bu en önemli sebep olsa gerek. Neyse vazgeçmiş ve bendeniz ilkokulu bitirdikten sonra hemen hafızlık faslı başlıyor. Beni tek başına okutmaya başlıyor caminin imamı olarak. “Bir müddet sonra baktım ki, tek başına bunu elde tutmak çok zor olacak, yapamayacak bunu çocuk. Buna birkaç arkadaş daha bulayım” diye düşünüyor. Derken birkaç arkadaş daha bulduk, bir araya geldik, okumaya başladık. Bu sefer tam da ihtilal sonrası, 1960 ihtilali olmuş. Birileri de “yani bu böyle iyi olmaz falan” diyorlar. Hatta babamı seven bir ilköğretim müfettişi vardı, “senin başını ağrıyabilir bu işten, gel bu işi resmiyete dökelim” der. Ve babam, yeni bir Kur’an kursu açılması için başvuruyor kaymakamlığa. Çünkü Güneyce’de Kur’an kursu var. O Tekke’nin olduğu yerde.
Biraz erken girdim ilkokula ve derken hafızlık başlıyor. Resmen Kur’an kursu açılıyor. Biraz zor oluyor Kur’an kursunu açmak. Kaymakam bir yüzbaşıymış. İhtilal sonrası, önceleri izin vermek istemiyor. Babama diyor ki........
© İnsaniyet
