menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bünyamin Erul Hoca ile Bir Baba ve Bir Oğul Hikâyesi… (1)

9 15
05.04.2025

Baba-evlat ilişkisi, sanatımızda ve edebiyatımızda anne-evlat ilişkisi kadar yer almasa da önemli bir yere sahip olduğu şüphe götürmez. Aslında anne-baba ile çocuklar arasında mükemmel bir yakınlık, eskimeyen bir muhabbet ve kopmaz bir bağ vardır. Ancak bunların dışa yansıması her zaman mümkün olmaz. Ve yansıyanlar da her zaman takdir edilmez. “Ne de olsa bunu yapmak zorunda” denir. Söylenmese bile zihne gelen budur.

Bu yazıda kamuoyunun yakından tanıdığı Prof. Dr. Bünyamin Erul Hocamızın babasıyla olan beraberlikleri ve babasının yedi yıl, yedi ay süren hastalığı boyunca bir evlat olarak gösterdiği çabayı konuştuk. Bünyamin Hoca, ilim ehli, gönül ehli, sohbet ehli, kadir kıymet ehli bir vâkıf insan. Sorularımıza verdiği cevaplar da samimiyetini ortaya koyuyor. Temennimiz bir baba, bir oğul üzerinden hepimize bazı güzellikler sunmak. Merhum pederine ve tüm geçmişlerimize rahmet, hocamıza ve hepimize de sıhhat ve afiyetler diliyorum.

– Bismillahirrahmanirrahim.

Hocam öncelikle Rabbim rahmet eylesin, muhterem pederiniz vefat etti. Allah mekânını cennet eylesin. Hatırladığım kadarıyla bir defa evde sizi ziyaret etmiştik. Merhum babanızın son yıllarında bazı rahatsızlıkları oldu ve siz de tabi bu dönemde bir evlat olarak babanıza gereken ihtimamı gösterdiniz. Hem benim şahsen çok dikkatimi çeken hem de yakın çevrenizin de bildiği ve bizler için de örnek olacak bir ilgiyi ona gösterdiniz. Yani aslında normalde her evladın yapması gereken bir davranış bu. Ama yaşadığınız durum hepimiz için ibret verici oldu.

Son durumdan başlayarak geriye doğru gidebiliriz hocam. Hastalık döneminde yaşananlar, o dönemde sizin ve babanızın yaşadığı sıkıntılar… Bir taraftan akademik, ilmî çalışmalarınız var, bir taraftan da yoğun mesainiz var. Bunun dışında sosyal bazı faaliyetler var. Bu yoğunlukla birlikte, bir evlat olarak babaya karşı vazifenizi yerine getirme durumu oldu. Neler oldu? Ne diyeceksiniz hocam?

– Çok teşekkür ederim hocam, öncelikle hoş geldiniz. Cenabı Allah babama ve tüm geçmişlerimize rahmet eylesin. Babam 1942’de Gerede’nin Samat Köyü’nde doğmuş, iki yaşında babasını kaybetmiş, köyde çiftçilikle geçimini sürdüren çok sağlıklı bir insandı. Ufak tefek alım satım işleri yapar kendi geçimini sağlardı. Emeklisi falan yoktu. Köyde annemle birlikte yaşardı. Rahmetli annem de son yıllarını hep hastalıkla geçirdi ve bundan sekiz sene önce maalesef onu kaybettik. Babamla annemin 60 yıla yakın bir evlilik süresi olduğu için annemin vefatından sonra, ‘babam dayanamaz’ diye babamın yanında kaldım. Babam yalnızlık hissetmesin, sıkıntı yaşamasın diye taziyeleri kabul ettim ve sonrasında Ankara’ya dönmedim…

Fakat annemin vefatından 55 gün sonra bir Ramazan Bayramı arifesi babam maalesef sabah namazını kıldıktan sonra eve döndüğümüzde rahatsızlandı. Ben önce ne olduğunu anlayamadım ve hemen bir ambulans çağırdım. Meğer şiddetli bir beyin kanaması geçiriyormuş, hemen yoğun bakıma aldılar. Yoğun bakımda bir süre kaldıktan sonra servise çıktı. Serviste üç ay kadar kaldı. Sağ tarafı felç olmuştu, sağ ayakta ve kolda hiçbir hareket yoktu. Sonra biraz canlanmaya, hareketlenmeye başladı. Bolu’da yaklaşık 1 yıl hastanelerde kaldık. Yeniden ayağa kalkabilir mi diye çabaladık. Bu süreçte hastanelerde babama fiilen ben refakat ettim. Bu esnada İlahiyat Fakültesi’ndeki görevimi de ihmal etmedim. Doktorlar “babamın ayağa kalkamayacağını” söylediler ama ben hep içimden ‘iyileşecek ve namazını kılabilecek, camiye kendisi gidip gelebilecek’ diye ümit ediyordum. Bu, tam istediğimiz gibi olmadı. Fakat elhamdülillah sonunda kolçaklı bir bastonla yanında ben olduğum hâlde yürümeye başladı.

– Bu bir yıllık zaman zarfında yine hep sizin irtibatınız devam etti mi hocam?

– Hocam babamın beyin kanaması geçirmesinin üzerinden toplamda 7 sene 7 ay geçti. Bu beyin kanamasından vefatına kadar geçen süreçte, babam defalarca hastanelerde kaldı. 5 defa yoğun bakımdan çıktı. En son girdiği altıncı yoğun bakımda vefat etti. Geçenlerde benim fiilen babamın yanında hastanede refakatçi olarak kaldığım süreyi hesapladım, tam iki yılı geçiyor. Ankara’da, Bolu’da, çeşitli hastanelerde. Sizin de ifade ettiğiniz gibi tabi bizim vazifemiz. Zaten babamın tek oğluyum iki de kız kardeşim var. Biri Almanya’da birisi de köyde. Köydeki kız kardeşim dayımda gelin ama aile kalabalık ve kendisi de rahatsız. Dolayısıyla bütün yük benim omzumdaydı. Bu süreçte kız kardeşlerim, eşim, dostum, arkadaşlarım, bazı akrabalarım, öğrencilerim az ya da çok bana yardımcı oldular. Allah hepsinden razı olsun. Belki de en önemlisi ziyarete gelmeleriydi. Hatta ben artık vecize hâline getirmiştim söyleye söyleye: “Her hastanın refakatçiye, her refakatçinin de refike/dosta ihtiyacı vardır.” Hastane şartlarında bir dostun kısa ziyareti, benim enerjime enerji katıyor, bana güç veriyordu. Hakikaten zorlu bir süreçti. Önümüzde kaç yıl var onu bilmiyorduk. Ankara’da babam için hem hastanelere yakın hem de site içi giriş katta bir ev tuttum ve orada birlikte yaşadık.

– Kız kardeşiniz köydeydi, yanında kalamaz mıydı? Hem köy ortamı daha ferah olmaz mıydı hocam?

– Kız kardeşimin zaten kalabalık bir ailesi var, orada kalamazdı. Bir de babamın yürütülmesi falan gerekiyordu. Zaten bütün sağlık güvencesi benim üzerimdeydi. Bu sebeple benim bakmam daha uygundu.

Şayet hastalık öncesinde bana deselerdi ki 7 sene, 7 ay böyle bir imtihanın olacak, doğrusu o gücü kendimde bulamayabilirdim. Yani ona dayanabilir miyim diye en azından endişe ederdim. Çok şükür Yüce Rabbim sabır ve metanet verdi, bu zorlu süreci başarıyla tamamlayabildim.

– Gaybı bilmemenin bir hikmeti de bu değil mi hocam?

– Allah güç kuvvet veriyor, sabır veriyor, metanet veriyor. Bir süre sonra sevmeye başlıyorsunuz. Hatta öyle bir hâletiruhiye oluştu ki, hani anneler bir şey yerken evladını düşünür ya ben artık anne evlat gibi mesela dışarıda bir şey yediğimde ‘babam da bunu severdi’ diye babamı düşünecek kadar ona bağlandım. Bu şekilde böyle bir yakınlık oluştu. Babam bana, ben babama bağımlı hâle geldik.

İlk yıllarda iki bakıcı hanımefendi ile çalıştık. Fakat üç dört sene sonra yürüyemez hâle gelince bakıcıdan da vazgeçtim. Bu bakım işlerini de bizzat kendim üstlendim.

Bu zorlu süreçte belki en güzel taraf, belki de şükretmem gereken taraf, akademik çalışmalarımı ihmal etmeyişimdir. Derslerimi vermeyi, düzenli bir şekilde sürdürdüm. Hatta hastanelerde bile internet üzerinden derslerimi verebildim. Akademik çalışmalarımı yapmaya gayret ettim. Makaleler yazdım, kitap bölümleri, sempozyumlara bildiriler vesaire. Yani süreçten kopmamaya gayret ettim. Bu arada tabii zaman zaman yurt dışı ya da Ankara dışı konferanslar, sempozyumlar vb. kaçırdığım güzel fırsatlar da oldu. Fakat kaçırmadığım fırsat, belki de en güzeliydi.

Mesela Hindistan’dan bir üniversite beni iki haftalığına ders vermek üzere davet etmişti. Bolu’da babamla hastanedeydik, mazeret beyan ettim. Kudüs kitabımı yazdığımızda Diyanet İşleri Başkanlığı fotoğrafçı arkadaşla beraber fotoğraf çekimi için beni Kudüs’e göndermek istedi, maalesef gidemedim. Bunlar görünüşte güzel fırsatlardı ama kaçırmadığım bir şey vardı: Babamla beraber olmak. Rabbime sonsuz hamd ve senâlar olsun ki neticede evlatlık vazifemi yaptım. Sadece evlatlık vazifesi de değil Nezir Hocam, bunu müteaddit vesilelerle eş dost, çevre dile getirdi. Hani biz kürsülerde, derslerde, şurada burada ana-babaya iyilik etmenin faziletini anlatırız. İşin teorik olarak anlatımı, muhatapları çok da fazla etkilemiyor. Ama pratiğini gördüğü zaman kardeşlerimiz, vatandaşlarımız hele hele bunu bizim gibi din adına konuşan birilerinin yaptığını gördüklerinde çok etkileniyorlar. Konferansa gittiğimde beni “hocamız sadece ilmiyle değil, babasına yaptığı hizmetiyle de örneklik teşkil ediyor” diye takdim ediyorlardı. Doğrusu bu beni biraz daha motive etti. Çünkü bir hakikatin temsil edilmesinde, şahidi olunmasında müspet bir rol oynamış oluyoruz. Bu da İslam ahlakı adına en azından bir kazanımdır diye düşünüyorum.

– Günümüzde aile ilişkileri noktasında ciddi sıkıntılarımız var. Anne babaların yaşlanınca huzurevine bırakılması, onların ilgisizliğe mahkûm edilmesi meselesi. Son yıllarda bu daha da derinleşti. Bugün bırakın yaşlıları, gençler arasında bile aile içerisinde iletişim, olması gereken noktada değil.

Birbirimizi daha çok sevdik dediniz, bu önemliydi. Bu özel yakınlık yani 7 yıl,7 ay sürekli beraber olma, size ekstra şeyler kazandırdı. Baba aslında doğumdan beri var ama babanız, fakat ahir ömründe farklı bir şekilde sizin hayatınızda yer almaya........

© İnsaniyet