menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Silahlansak

6 0
07.03.2025

Silahlansak, diyorum, yavaş yavaş silahlansak, vakit yaklaşıyor çünkü.

Silahlansak! Bir güzel donansak silahlarımızla, en keskin, en nadide, en şaşmaz, en doğru, en hafif, en güzel silahlarımızla yola koyulsak…

Silahlansak, silahlansak, silahlansak… Pür silah olsak. Düşmana geçit vermemek için, dostu kaygılandırmamak için, çocukları azdırmamak için, babayı ve anneyi utandırmamak, onların yüz akı olmak için; silahlansak… Ama en önemlisi kendimiz için, kendimizi donatmak için silahlansak.

Önce elimizi, yüzümüzü bir güzel yıkasak… Bir güzel dökülse bütün mikroplar, kötülükler, şer odakları, üstümüzden, başımızdan, ellerimizden, ayaklarımızdan… Arınsak sonra, kirden, pastan, pampak olsak… Tertemiz bir silahla da donansak. Apaydınlık bir yüzümüz olsa, pırıl pırıl, görenler imrense. Perde kullanmayan, makyaja pirim vermeyen, ne ise o olan bir yüzümüz olsa… Ellerimiz de ta dirseklerimize kadar suyun aydınlığıyla donansa… Oksijen ve mineraller, derimizin gözeneklerinden geçip bir güzel yerleşse sinir uçlarına, serhat boylarına yerleşen, oradan etrafa ışık saçan alperenler gibi. Beyazdan daha ak ve ışıltılı elimizi kaldırınca sussa, susmak zorunda kalsa firavun dostları. O şahane beyazlık söyleyecek bir söz bırakmasa onlara, donup kalsalar, hatta yere çarpılsalar karanlık yüzleriyle. Yerin dibine girmek isteseler ellerindeki kirli siyahlık yüzünden. Bembeyaz bir el ve apaydınlık bir yüzle çıksak kapıdan, insek meydanlara, yürüsek sokaklarda, insanlara karışsak, insanlarla karşılaşsak… Çok özel bir silahla vurmuşuz gibi kalakalsalar, şaşkın şaşkın bakakalsalar, sonra biz gülümseyince gülümseseler, biz gözlerimizi yumunca gözlerini yumup içlerine çevirseler bakışlarını. Onları böylece ta içlerinden çağırmış olsak. İçlerinden, kendilerince çağrılmış gibi onlar da katılsalar bu sırlı yürüyüşe.

Öyle ya, meydanlara çıkınca görüşeceklerimiz var, konuşacaklarımız var, dokunacaklarımız var. Bir şekilde ulaşmamız gerekecek onlara, ama konuşarak, ama susarak, ama şöyle bir seğirterek, ama durarak, yani nasıl gerekiyorsa öyle davranarak. Hani ne derler, bazen konuşmak bir fayda vermez, bir güzel davranış, bir örnek durum, bir duruş, hani çarpıcı bir durum daha verimlidir. Bir meyveye dönüşür ki tadından yiyemezsiniz. Ama bütün bu güzelliklere ulaşabilmek için güzellikleri kuşanmak, sımsıkı ve çaprazvari bir fişeklik gibi bedenimizi ve ruhumuzu onlarla sarıp sarmalamak gerekiyor. Bu nasıl olacak peki, diyorsunuz belki. Haklısınız. Ama olmalı bu, olmak zorunda. Araştıralım, deneyelim, bütün eski bilgilerimizi unutup yepyeni, bambaşka başlangıçlar yapalım. Her şeyin bir yolu vardır, bir yordamı vardır. O yolu, yordamı bulmadan da sonuca ulaşılamaz. Alan geniş, yollar bir sürü, imkanlar çoktan daha fazla. Hedefe hangisi ulaştıracak, baştan bunu bilmemiz de mümkün değil. Ama bir yolu var, olmalı, olmak zorunda. Çoktan daha fazla yollardan en az biri bizi bir yerlere ulaştıracak yani işimize yarayacak.

Diyorum ki silahlansak, ağzımızı da temizlesek, öyle gereksiz sözlerden, gevezeliklerden, küfürden, alışılagelmiş ve düşünülmeden ağzımızdan çıkıveren öylesine sözlerden; fazladan, yalandan, laubaliden, üstümüze düşmeyenden, altından kalkamayacaklarımızdan… Kısacası fazladan ve eksikten… Ağzımızdan çıkmışsa bir şekilde, bir daha dönüşü olmayan bir yola girmiştir söz, biliyorsun değil mi! İmkânı yok bir daha geri gelmez o, atılmış bir kurşundur o, yokuş aşağı yuvarlanmış tonluk bir kayadır o, ta dibinden devrilmeye başlamış bir........

© İnsaniyet