menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Demirin Tavı Geçmeden

17 0
28.01.2025

(28 Şubat sonrası günlerde kaleme alınan bu yazı, meslekî eğitim bakımından hâlâ önemini koruyor. Hele zorunlu eğitimin 12 yıla çıkması ile daha bir önemli ve âcil olarak önlem alınması gereken bir konu hâline geldi. Bütün genç nüfusun üniversite kapısında bekleşmesi, mezun olduktan sonra da iş bulmak umuduyla yıllarını harcaması, önümüzde duran ve çözümü gereken bir gençlik sorununa dönüştü. Bu yüzden o zamanki düşündüklerimi kamuoyu ile paylaşmak gerektiğini düşündüm)

Türk Milli Eğitim sistemi ile ilgili olarak son zamanlarda gündeme gelen ve üzerinde özellikle de Milli Güvenlik Kurulu tavsiyesi olduğu için alelacele karara bağlanması için özel gayret gösterilen “zorunlu eğitim”in kesintisiz olarak sekiz yıla çıkarılması konusu, yalnızca İmam-Hatip Liseleri’ni ilgilendiren bir problem zannedilmemelidir. Konuyu bu noktada ele almak da gereklidir, ama asıl problem Türk insanının çeşitli sanat ve meslek dallarında nasıl yetiştirileceği konusuyla doğrudan ilgilidir. Bu, daha genel olduğu için, İmam-Hatip Liseleri’ni de aynı çerçevenin içinde düşünmek mümkündür.

Yeteneklerin Geliştirilmesi Yaşı

Gerçekten meslekî eğitim, yalnızca İmam-Hatip Liseleri’ni ilgilendirmez. Hatta diğer meslek eğitimleri daha fazla el, kas, göz, kulak ve diğer organların mesleği yürütebilecek hassasiyette olmasını gerektirmektedir.

Bir başka deyişle konu, insan eğitiminde yeteneklerin geliştirilmesi için hangi yaşların daha elverişli olduğu ile ilgilidir; zamanında geliştirilmeyen yeteneklerin körleşmesi, mesleki eğitime imkân vermemesi ile ilgilidir. Hatta biraz da bir mesleki eğitimin yeterli olabilmesi için gereken sürenin miktarı ile ilgilidir. Birkaç yılda bir sanatkârın veya meslek erbabının yetişip yetişmeyeceği ile ilgilidir.

Hiçbir sanat ve meslek dalında özel becerileri geliştirmeden yeterli eleman yetiştirmek mümkün değildir. Gençlere en çok sorulan bir atasözü vardır: Yani bütün eğitimciler bu doğru söze katılırlar: “Ağaç yaş iken eğilir.” Bu realitenin başka bir seçeneği yoktur. Bir sanat ve meslek dalında ne kadar erken yaşta potansiyel yetenekleri eğitebilirseniz, o kadar alanında yetenekli ve becerili elemanlar yetiştirmiş olursunuz. Hâlbuki on beş yaşına kadar muhtemel yetenekler üzerine eğilmeyen bir eğitim sistemi, kasları ve sinirleri katılaşmış, bedeni eğilme ve bükülme şansını yitirmiş bir nesil yetiştirmiş olur.

On beş yaşına kadar kulak zarı gerekli hassasiyeti kazanmamış, incelmemiş, eğitilmemiş, ses nüanslarını kavrama konusunda beceriler elde etmemiş bir insana kaliteli bir müzik eğitimi uygulayamazsınız. Onun hem ses telleri hem kulak zarı ‘kartlaşmış’tır. Hâlbuki on yaşlarında bir şans vardır. On bir, on iki, hatta on üç yaşlarında hâlâ olabilir. Ama eğitilme şansı her gün biraz daha gecikmiş olur. Bu gerçekliği, bütün meslek ve sanat dalları için düşünmek gerekmektedir. En basit bir berber bile ilerlemiş bir yaşta parmak kaslarını uslandıramaz. Makas açıp kapatma hareketliliğine, ne kadar küçük yaşta böyle bir eğitime başlarsa o kadar kolay uyum sağlar.

Şu andaki Türk Milli Eğitiminin boşta gezen insanlar yetiştirme sonucunu doğuran tıkanma noktalarından en önemlisi de bu, sanat ve meslekî eğitimin standart bir şekilde lise yıllarına bırakılması şeklindeki uygulamadan kaynaklanmaktadır.

Öğrenci hangi sanat ve meslek dalından mezun olursa olsun, daima üniversiteye gitmek gibi bir hesap peşindedir. Hedefi, bir alanda kendini yetiştirmek değil, bir üniversiteye gitmektir. Hatta bu anlamda belli bir alandaki yükseköğrenim........

© İnsaniyet