Kalbimde Bir Yokuş Kaldı…
Ben sokakları soba isinden grileşmiş ama hanelerine huzur sinmiş bir mahallede büyüdüm. Çocukluğumun geçtiği mahalle tüm haneleriyle bir aile gibiydi. Her hanenin bir hikâyesi vardı elbet. Ama biz o hikâyelerde geçen zorlukları hiç bilmezdik. Yansıtmamakta ustalardı belki de onlar şimdikilere nazaran. O hanelerden dışarıya sokakta oynarken iştahımızı kabartan yemek kokuları sızardı sadece. Bir yokuşu vardı bizim evimize giden yolun. Dik bir yokuş. Kışın kar düştü mü o yokuşa kartpostalları aratmayan manzaralar çıkardı ortaya. Komşumuz Emine ablanın kırılmaya yüz tutmuş eski bir merdiveni vardı. Merdiven merdiven olarak yılda kaç kez kullanılırdı bilmem ama kışın kar yağınca bize öyle güzel bir kaydırak oluyordu ki… Yokuşun başına el birliği ile taşırdık. Her bölmesine birimiz otururduk. Yokuş aşağı hızla kayarken çığlıklarımız bizden önce giderdi sobanın yanında çayını yudumlayan annelerimizin yanına. Merdiven bazen öyle hızlanır ki yokuşun bitimindeki komşunun duvarına öyle sert çarpardı ki hepimiz savrulurduk. Bir yerimiz acısa da kahkahaların şiddeti acının şiddetini bastırdığı için çok geç fark ederdik acıyan yerimizi. Merdivenin sahibi Emine abla çok sert mizaçlı idi. Başını yere hafif eğerek baktı ise bil ki ardından sesi de yükselecekti. Çocukken kızardım bu yönüne ama o sert mizacının altında yatan anaç yönünü şu an çok daha iyi anlayabiliyordum. Mahallenin muhtarı olabilecek yiğitlikteydi Emine abla. Yürürken omuzlarının dik duruşu bir devlet büyüğünün ihtişamlı yürüyüşünü andırırdı. Eşi Necati abinin ölümünden sonra gördüm, bir de aynı gözle bakıp. Bize ziyarete gelmiş dönüyordu. Pencereden izledim yürüyüşünü. Omuzları eskisi gibi değildi. Yine dik ama yere daha yakındı. Çünkü insanın bir de acısı yük oluyordu yıllar geçerken omuzlarına. Çok güzel yemekler yapardı Emine abla. Baklavası ayrı güzel mantısı ayrı güzel. Hele bir ekşili köftesi vardı dillere destan. Kurban Bayramı’nda sadece onun özel o köftesini yemek için beklerdik. Yıllar sonra evlendiğimde aradım kendisini tarifini almak için. Tarif aynıdır ama zaman çocukluğumuzun geçtiği zaman değildi. Köfteyi yapan da Emine abla değil. Her anın bir tılsımı vardı işte çocukluğumun geçtiği mahallede, evlerde. Karşı komşumuz da Emine abla idi. Masmavi gözleri ve o unutulmaz kendine özgü gülüşü ile ısıtırdı içimizi. Bir altında Yeter abla. Hepsi çocukluğumun hikâyesinde ayrı bir kahraman idi. Aliye abla ve daha bir sürü kahramanı o hikâyenin. Bayram geleceği zaman bizim mahallede bir iki hafta önceden hazırlık başlardı. Çünkü kimse bireysel hazırlık yapmazdı. Bir akşam birinin evinde toplanır, yaprak sarılır diğer akşam bir başkasının. Yıllar sonra bir bayram arifesi yeni aldığımız........
© İnsaniyet
