menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İnsan Geçmişinden Kaçamaz

9 0
09.11.2025

Bir filmi izlerken yönetmenin ne anlatmak istediğine mi odaklanırsınız, filmin sizde uyandırdığı izlenimlere mi?

Tarkovski, bir hatırasında tam da bu konudan bahseder. “Ayna” filminin tanıtım programında filmi izledikten sonra yönetmenle söyleşi kısmına geçilir. Sinema eleştirmenleri ve basın mensupları filmle ilgili sorularını yönetmene iletmektedir. Kadın saçını tararken arkada duvarda duran tablo neyi ifade etmektedir? Babanın gidişi sahnesinde kadının tepkisizliği feminen pasiflik midir? Buna benzer sorularla söyleşi sürüp giderken salonda canı sıkılan biri vardır; sinema salonunun temizlik görevlisi. “Şu program bitse de ben de etrafı süpürüp gitsem” diye bekleyen yaşlı hanımefendi, artık dayanamaz ve söyleşiye müdahil olup şunları söyler: “Ne kadar gereksiz sorularla konuyu abartıyorsunuz! Her insan hayatında hatalar yapar ve geçmişe dönüp baktığında vicdan azabı duyar.”

Tarkovski diyor ki, “Salonda filmini en iyi anlayan kişi, o temizlik görevlisiydi.”

İzleyenler bilir ki; Tarkovski sineması, zamana karşı direnen bir bilincin, insanın iç dünyasını sinemanın diline çevirme çabasının adıdır. O, sinemayı yalnızca bir sanat dalı değil, “zamanın heykeltıraşlığı” olarak görür. Sinema ve sanat anlayışını ortaya koyduğu Mühürlenmiş Zaman’da şöyle der: “Sinemayı ben, zamanın gerçekliğini kaydetme, onu biçimlendirme sanatı olarak görüyorum. Yönetmen, zamanı oyarak bir heykeltıraş gibi çalışır.” Bu tanım, onun tüm sinemasının anahtarıdır. “Ayna” (Zerkalo, 1975) ise bu heykeltıraşlığın en içe dönük, en kişisel hâlidir.

Tarkovski’nin “Ayna”sı

“Kayıp Zamanın İzinde” romanının birinci cildi olan “Swanların Tarafı” kitabında Marcel Proust, şöyle bir tespitte bulunuyor: “Geçmiş hatıralarda değil, zihnin hakimiyet alanının tamamen dışında, hiç ihtimal vermediğimiz bir nesnenin (bu nesnenin bize yaşatacağı duygunun) içinde saklıdır. Bu nesneye ölmeden önce rastlayıp rastlamamamız ise tesadüfe bağlıdır.”

Geçmişe yolculuk, çocukluğunun geçtiği mekânları ziyaret, nesnelerin arasında kaybolmuş zamanı ararken bulunan hakikat, her insanın ahir ömründe yaptığı bir kendine bakma arzusudur. Bu bazen nostalji, bazen yakalanan zaman, bazen de kendini bulma şeklinde gerçekleşir. Bu temayı işleyen birçok film vardır. İlk akla gelenler, Bergman’ın “Alexander ve Funny”, Fellini’nin “Roma”, Angelopulos!un “Ulis’in Bakışı”, Tornatore’nin “Cennet Sineması” ve Pawel Pavlikosky’nin “Ida” filmlerdir.

1975 yılında gösterime giren “Ayna”, Tarkovski filmografisinde benzersiz bir yerde durur. Ne “İvan’ın Çocukluğu”ndaki savaşın gerçekçiliğine, ne “Solaris”teki bilimkurgusal sorgulamalara, ne de “Stalker”daki metafizik yürüyüşe benzer. “Ayna”, bunların ötesinde, yönetmenin ruhunun, çocukluğunun, hafızasının ve vicdanının sinematografik bir aynasıdır. Filmde anlatılan, aslında anlatılmayan bir hikâyedir; olaylar değil, duygular konuşur. Zaman, burada bir olayın ardında değil, bir bilincin içinde akmaktadır.

Bilincin İçindeki Zaman

Tarkovski için sinema, insanın zamanı algılama biçimini dönüştüren bir araçtır. “Ayna”da bu dönüşüm, klasik anlatı çizgisinin tümüyle reddedilmesiyle başlar. Filmde ne belirli bir olay örgüsü ne de lineer bir zaman akışı vardır. Bunun yerine, geçmiş, şimdi ve düş arasında gidip gelen imgeler zinciri hâkimdir. Yönetmen, izleyiciyi bir hikâyeye değil, bir ruhun içine davet eder.

“Mühürlenmiş Zaman”da Tarkovski, kendi sinema anlayışını şu cümleyle özetler: “Benim için........

© İnsaniyet