‘Kan Parası’ barışı sağlar mı?
Yazımı Kürt barışı ile ilgili yazmayı düşünüyordum, ne var ki son bir haftada gündemi meşgul eden “kan parası” davası beni bundan alıkoydu. Bunda doktora tezimi kan davası, öldürme, yaralama gibi çatışmaların geleneksel arabuluculuk yöntemleri ile çözülmesi üzerine yazmış olmam kadar, bir kadının “kanı parayla satmakla” suçlanmasına kayıtsız kalamamam da etkili oldu.
Önce olayı hatırlarsak, 1 sene önce 17 yaşındaki ehliyetsiz Timur Cihantimur isimli bir genç, Belgrad Ormanında 5 kişiye çarpmış ve sonrasında yazar annesi tarafından 2 saatte Mısır’a oradan da ABD’ye kaçırılmıştı. Olayda Oğuz Murat Aci hayatını kaybetmiş ve diğerleri de yaralanmıştı. Olayın kamu vicdanını yaralamasında 112’nin aranmaması için mağdurların telefonlarının da alınmış olması ve kazayı işleyenlerin kaçması kadar medyatik bir anne-babanın çocuğunu hızla yurtdışına kaçırdığı için adalettin sağlanamayacak olması fikri de etkili olmuştu. Bu yüzden Eylem Tok “cani anne” olarak ilan edilmiş ve sosyal medyanın da etkisi ile artan toplumsal tepkiler sonucunda fail ve annesi hakkında kırmızı bültenle arama kararı çıkarılmış ve sonrasında ABD’de tutuklanmıştılar.
Konunun bir sene sonrasında yine gündeme düşmesinin nedeni Murat Aci’nin babası tarafından gelininin davadan çekilmek için fail tarafla anlaştığı, bunun için 100 milyon aldığı şeklindeki açıklaması olmuştu. Kamu vicdanını yaralayan durum ise dava dilekçesinde geçen “maddi ve manevi zararlarının tazmin edildiği” şeklindeki hukuki ifade olmuştu. Bu ifade üzerinden, ölen bir kayıptan sonra manevi kaybın nasıl giderilebileceğiyle başlayan sorular Şükriye Aci’ye yönelik bir linç kampanyasına dönüştü. Peki adına “kan parası” denilen ve kanın satılmasını vurgusu yapan durumun Türkiye toplumundaki yeri nedir? Biraz da buna bakalım, sonra yine bu olaya döneceğim.
2016-2018 dönemlerinde saha çalışmasını Diyarbakır’da yaptığım tezimde içlerinde öldürmenin de olduğu ve Kürt toplumunda “dava” olarak tanımlanan olayların geleneksel hukuk yöntemi dediğimiz arabulucular tarafından barıştırılmasını araştırdım. Zaten bu davaların çözülmesi sonucunda yapılan “barış törenleri” de basında çokça yer almaktadır. Bunlardan biri de rahmetli Sırrı Süreyya Önder’in de aralarında yer aldığı ve AKP’li isimlerle birlikte “Şenyaşar- Yıldız” ailesini barıştırdıkları törendi. Bu durum sadece Kürt kültürüne has bir durum olmayıp İslami gelenekten de beslenen bir geleneksel hukuk yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Benzer barıştırma mekanizmalarının Filistin ve Afganistan gibi yerlerde de uygulandığını ve çok benzer semboller ve yöntemlerle sürecin yürütüldüğünü görüyoruz.
Kan parasının kendisine gelelim. Kan parası bir Ortadoğu geleneği olmasına rağmen bazı farklılıkların olduğu görülmektedir. Arap toplumlarında “wasta” denilen arabulucular devreye girdikten sonra failin ailesinin ilk önce “utwa” denilen ateşkes parası, anlaşma sağlandığında da “diya” denilen nihai uzlaşma parası vermektedir. Oysa yaptığım saha çalışmasında ateşkes parası diye bir şey olmayıp uzlaşma olması durumunda ‘cirm’ denilen kan parası ödendiğini gördüm. Mağdur tarafın kan parası olarak aldığı para ölümün bedelini karşılamamakta ve sadece “barışı kabul etmelerinin” bedeli olarak kabul edilmekte. Ayrıca kanın bedelini ödemenin “imkansız” olduğu düşünülüyor ve sadece mağdur ailenin maddi zararının bir kısmının tazmin edilmesi için kan parasının........
© İlke TV
