Derdo ile Cafer
12.06.2025 – Silivri Cezaevi
Hava olması gerektiği kadar kararmıştı. Meriç Nehri üzerine nisan yağmurları yağıyordu. Ülkesine âşık ve fakat ülkesinden kaçmak zorunda kalan gençlerden biri Meriç’i geçmek için bekliyordu. Sırt çantasıyla Derdo, buluşacağı göçmen kafilesini arıyordu. Bir yandan nehrin karşı kıyısında bulunan ağaç karartılarını ve o karartıların içinden yükselen gözetleme kulesini inceliyordu.
Derdo 25 yaşındaydı. Beyni diline, dilinin kuruduğu yerde kollarına ve bacaklarına titrek hareketlerle vuran hiperaktif bir adamdı.
Kafile buluşma saatinde gelmişti ve 23 kişilikti. İçlerindeki 3 kişi göçmen kaçakçısıydı. Yaşları en fazla 18-19 olan kaçakçılardı bunlar. Önceden anlaştıkları üzere Derdo onlara 2000 Euro verdi. Nehri geçmeleri zor olmadı.
Yunanistan tarafındalardı artık. Burada dağılacaklardı. Kimse cep telefonu kullanmayacaktı. Ateş yakmak, sigara içmek yasaktı. Yoksa yakayı ele verirlerdi. Sadece kaçakçıların çizdiği rotayı takip edeceklerdi. Hedef, Aristiyoma kentine ulaşmak; oradaki göçmen ofisine sığınma başvurusu yapmaktı.
Yağmur dinmek bilmiyordu. Derdo yola tek başına devam ediyordu. Ama durmak yoktu. Gece boyu yol almak en güvenli tercihti çünkü. Kaç saat yürüdüğünü hatırlamıyordu. Yağmur, orman ve ağaç karartılarının ortasında bir an duraksadı.
“Acaba geri mi dönsem? Hem bensiz Mansur, Kezban ne yapar?”
Kardeşleri aklına düşmüştü. Her araf yahut gelgit anında hiperaktivite semptomları tavan yapardı. Üstelik üşümüş, ıslanmış, karnı fena halde acıkmıştı.
Kendi kendine konuşarak beynini yavaşlatmaya çalıştı. Bu tip durumlarda beyni, stop butonu bozulmuş makineler gibi çalışırdı.
“Yok, böyle olmayacak Derdo. Durmalısın, dinlenmelisin, biraz elbiselerini kurutmalısın, ısınmak için ateş yakmalısın.”
“İyi de kaçakçılar sana ateş yakma demediler mi?”
“Dediler tabii ki… Soğuktan öleyim mi? Yok babam, ben ateş yakıyorum. Ne olursa olsun.”
Etraftan çalı çırpı ne bulduysa topladı Derdo. Ama çakmak alevi ıslak çalıları işlemedi. Çantasından iç çamaşırı çıkarıp yakmayı denedi. Bu da olmadı.
Son çare, 100 euroluk banknotlardan birini yaktı. Fakat onun da alevi yeterli olmadı. 4 banknot parayı birden tutuşturunca ancak çalıları çırpıları tutuşturabildi.
Tam 500 eurosu ve yanında iç çamaşırı kül olmuştu. Elbiselerini, çoraplarını, su içinde kalmış ayakkabılarını ateşin başında kuruttu. Soğuktan ve sinirden titreyen ayaklarını ısıttı bir güzel.
‘Hay kahretsin sen de kimsin, nereden çıktın? Yoksa… yoksa…’
Derdo’nun “yoksa”sı köpek korkusuydu. Karanlığın dip kuyusundan, gözleri çakmak bir hırıltı ona doğru yaklaşıyordu. Derdo’nun gözleri fal taşı. Sinirleri çelik halatlar gibi gerilmişti.
Ateşe doğru yaklaşan hayvanı şimdi daha net görüyordu. Üzerinde beyaz benekler olan siyah bir köpekti bu. Kesin köy köpeklerinden biriydi. Derdo’nun köyündeki köpeklere benziyordu.
Keskin dişler, koca ağızdan saçılan salyalar, durmak bilmeyen tetik hırıltılar vahşi bir canavarı andırıyordu. Şu 25 yıllık hayatında Derdo’nun ruhuna işleyen en büyük korku, köpek korkusuydu.
Hani ölmeden önce nasıl bir film şeridi geçer insanın gözlerinin önünden? Derdo’nun göz mercekleri de onu 13 yaşına götürmüştü. Yer: Dicle, Bismil. Küçük Derdo, seyyar satıcı olan babasının dört tekerlekli arabasına yetişmeye çalışıyor. Birden yol üzerinde bir ahırın damında iki köpek beliriyor. Korkunç bir havlama tufanı. Köpekler bir ahırın damından ötekine........
© İlke TV
