Türkiye’nin Kavşakları, Ne yapacağız Yav bu Şakşakcıları ?
Uzun zamandır yazamayınca yazıyı üç kısma ayırdık.
Vicdan bohçasında İ‘lâ-yı Kelimetullah davasını taşımayanlar
Kuvay-i Milliye'nin dayandığı ruh kökü, o dönem Nizam-ı Âlem ülküsünün Osmanlı topraklarında başlattığı millî mücadeleye dayanır. Bu ruh kökünü esas alarak İstiklâl Savaşı başlamış, Mehmet Âkif Ersoy eski İttihatçılığından pişman olarak Celvetiyye’nin Ankara’daki dergâhına sığınmıştır. Taceddin Dergâhı’nın temeli Kelime-i Tevhid’e dayanır ki; kişinin dilinde tevhid var iken, mertebe mertebe mânâ ikliminde zikrin karşılığını düşünür.
“Lâ ma‘bûde illallah” (Allah’tan başka mâbud yoktur)
“Lâ matlûbe illallah” veya “Lâ maksûde illallah” (Allah’tan başka maksadım yoktur)
“Lâ mahbûbe illallah” (Allah’tan başka sevgili yoktur)
“Lâ mevcûde illallah” (Allah’tan başka varlık yoktur)
Salik, diyerek, zikrederek, düşünerek mertebesini yükseltir.
Böyle bir iklimde kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunu kazırsanız, altından elbette iman ve cihad; bunları yaşatan, gündüz mücahit, gece zâhitler çıkar. O yüzden 23 Nisan sıradan bir gün değil, Nizam-ı Âlem davasının ete kemiğe bürünmüş mahsulüdür.
Her kim bunun dışında Millî Mücadele’nin Meclisi’ne rol biçmeye, elbise dikmeye kalkarsa bilin ki muhibbi olmaya yeminli bir mandacıdır. Vicdan bohçasında İ‘lâ-yı Kelimetullah davasını taşımayanların yaptığı bütün makyaj ve pudralamaya karşın, şekli şemali ve adresi neresi olursa olsun aynı merkeze çıkar.
Bu yüzden, “Halife hal’edilmiştir. Hilâfet, hükûmet ve cumhuriyet mânâ ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilâfet makamı mülgadır” cümlesinin muhatabı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve onu temsil eden Sayın Başkan Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’u tebrik ederim.
İmamoğlu Üzerinden, Majestelerine Suriye’de olan bitene karşı Osmanlı Tokadı
Emperyalistlerin son umudu, 2028 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerindedir. Türkiye’yi yolundan döndürebilmek, yeniden içine kapatmak, etkisiz eleman gibi sömürge valileriyle yönetebilmek için son şanslarını çok iyi kullanmak istiyorlar. Türkiye’nin her aşamada önüne çıkan kavşaklarda yolunun kesilmesi; kene gibi sisteme, siyasete, muhafazakârlığa yapışan yav şakşakçıların “Türkiye’nin medeniyet iddiasından” vazgeçmesini istemesi bundandır.
Yoksa olan biteni magazin servisi gibi, sulandırılmış haber sayfalarından okuyanların gerçeğin farkına varması için acil, ama çok acil bir “idrak yolları muayenesinden” geçmeleri gerekir. Hastalık derine inince, “Majestelerinin şövalyeleri” yeri göğü inletecektir. İnletmeye de devam edecektir. İş, ne bir belediye başkanının içeri alınması, ne sözde cumhurbaşkanı adayının yolunun kesilmesi, ne de iktidar namzeti gibi meydanları dolduranlara bol keseden saldıran “tablalı don” sahibinin rol kesmesinden ibarettir. Yoksa içeri alınan isimlerin birbirleri hakkında itirafçı olmaya başlamaları, CHP’nin duvara toslamak üzere olduğunun işaretidir.
Ekrem İmamoğlu’nun “demokratı” oynayan bir aktör arz-ı endam etmesi yeni değildir. Hatta ve hatta hadsizliğin zirvesi olarak “Ben İstanbul Belediye Başkanı'yım. İBB Başkanı gerekirse bir elinde ayı bir elinde güneşi tutar” şeklinde sözleri bile gelinen kavşakta Türkiye’nin yolunu kesememiştir.
........
© Hürses
