Çözüm Süreçleri Niçin Başarılı Olamıyor?
Eğer PKK’nin silahlı terör eylemlerini 1984’ten itibaren ele alırsak, şu an 40 yaşında olanlar “terörsüz bir ülkede nasıl yaşanır” yaşam deneyiminden habersiz büyümüş. Benim kuşağımın normali hiç olmadı. Gözümü açar açmaz bir sabah, önce 12 Eylül darbesine uyandım, ardından PKK’nin 40 yıldır bir türlü bitmeyen terör eylemlerine tanık oldum. Bu gerçeğin altını çizmek isterim. Bazen düşündüğüm oluyor, enerjisini bu kadar heba eden başka bir ülke var mıdır acaba? Bugün Kürt sorunu başlığıyla konuşulan şeyler, kırk yıldır sürekli tekrar edilerek konuşuldu, tartışıldı. Kürt sorunu, bu ülkenin en çok tartışılan, konuşulan ama bir çözüme de ulaşılamamış bir sorunudur. Bazen bu konuda bir şeyler yazmak istiyorum sonra içimden bir ses, “Kaçıncı defa aynı şeyleri yazıyorsun?” deyince yazmaktan vazgeçiyorum. Çünkü bu sorun esasında şöyle bir sorundur. Çözüme dair tam iyi şeyler olacak gibi oluyor, sonra bir şey oluyor o iyi şeyler olmuyor! Bu defa kesin olacak gibi olup da olmayan bu süreçlerin ilkinde İstanbul Bayrampaşa Hapishanesi’ndeydim.
Hafızam beni yanıltmıyorsa Devletin PKK ile soruna çözüm arama girişimlerinin ilki 1993’te idi. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın isteği üzerine Abdullah Öcalan 21 Mart 1993’te tek taraflı ateşkes yapmıştı. İktidarda DYP-SHP hükümeti vardı. Başbakan Süleyman Demirel “Kürt realitesini tanıyoruz” demişti. Başbakan yardımcısı Erdal İnönü ise hapishanedeki PKK üyeleri için bir af tasarısı üzerinde çalışıyordu. Tasarı bir ay içinde meclise geldi. Biz hapishanede, “Af çıkıyor, dışarı çıkacağız.” diye sevinirken o günlerde (24 Mayıs 1993’te) Elazığ – Bingöl karayolunda PKK’li militanlar izne çıkan 33 askeri katletti. Ateşkes o gün fiilen bozuldu. Ateşkesin bozulmasıyla PKK eski silahlı terör uyguladığı günlerine geri dönünce biz de içerde kaldık. İlk ateşkesin şöyle bir özel yanı vardı. Devlet cumhuriyet tarihinde ilk kez Kürt inkârından vazgeçmişti. Ülkenin en üst makamında oturan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Kürt realitesini tanıyoruz.” diyebilmiştir. Kürt vekiller SHP’den milletvekili seçilerek HEP adıyla mecliste grup olarak siyaset yapma imkânı doğmuşken PKK meclisteki bu olumlu gelişmeyi dikkate almamış silahlı yöntemde ısrar etmiştir. Üstelik ’90’lı yılların başında tüm dünyada reel sosyalist sistem yıkılırken, dünyanın başka ülkelerinde sosyalist örgütler kendilerini kapatırken, PKK dünyadaki bu reel gelişmeyi dikkate almadan “Gerçek sosyalizmi biz temsil ediyoruz” diyerek silahlı terör eylemlerini sürdürme kararı almıştır. Silahlı yöntemde ısrar, terör kısırdöngüsüne yol açmasına rağmen PKK bu terör yöntemini terk etmemiştir. Abdullah Öcalan o günlerde 33 askerin ölümüne ilişkin açıklamalarında her ne kadar “33 askerin öldürülmesi talimatını ben vermedim” demiş olsa da eylemi yapanlar kınanmamış ve örgüt içi cezai yaptırımlara uğramamışlardır. Üç aylık sürecin sonunda Abdullah Öcalan’ın ateşkes ilanıyla yaptığı bu girişimi, örgüt dışarıda yaptığı terör eylemleriyle süreci sonlandırmıştır.
İkincisi 1999’da Abdullah Öcalan’ın İmralı’ya getirilmesiyle başladı. O dönem ben hâlâ Bursa Cezaevi’nde hapisteyim. Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı cezaevi bize yakın bir yerdi. Avukatlar sayesinde İmralı’daki görüşme notlarını her hafta okuyor gelişmeleri takip ediyorduk. Abdullah Öcalan o yıl çıktığı ilk mahkemede hâkime dönüp “Bana 6 ay süre verin silahları sonlandırayım.” demişti. Üç ay sonra örgüt Abdullah Öcalan’ın çağrısına uydu, sınır dışına çekildi. Bununla kalınmadı dağdan ve Avrupa’dan iki PKK’li grup gelip devlete teslim oldu. Biz af çıkacak cezaevleri boşalacak diye beklerken, dağdan ve Avrupa’dan gelip teslim olanlara da hapis cezası verildi. O dönem askeri vesayetin hâlâ hâkim olduğu bir dönemdi. 2000’li yılların ortalarına kadar sivil hükümet İmralı’da olup bitenler üzerine açıklama bile yapamıyordu. 1999’dan 2004’e kadar tam beş yıl örgüt eylem yapmadı. Bu süre içinde 2002’de iktidar olan AK Parti hükümeti AB reformlarına hız vererek çok önemli gelişmeler kaydetmişti. Biz Türkiye uçuşa geçti her şey iyi olacak diye düşünürken, artık örgüt bitti bir daha silahlara dönülmez beklentisi içindeyken, PKK 2004 yazında silahlı eylemlerine yeniden başladı. Bu beklentimizden de geriye koca bir hayal kırıklığı kaldı. İkinci defa Abdullah Öcalan’ın başlattığı süreci örgüt dışarıda sonlandırmış oldu. Bu sürecin sonlandırılmasında o dönem İmralı’ya bakan askerî vesayetin bitmesini istemeyen paşaların parmağı olduğunu düşünüyorum. AK parti hükümetinin yapmış olduğu reformlardan rahatsızlık duyan erklerin işi olduğuna inanıyorum. Dağdaki PKK militanları sınır dışına çekilme kararı aldığında, İmralı’da Abdullah Öcalan’a “500 kişi içerdeki kamplarda kalabilir” diyen hangi askerî rütbeliyse, çatışmaları başlatanların da en azından örgüte kolaylık sağlayanların da bu kişiler olduğunu düşünmek abartı olmaz.
Üçüncüsü 2013’teki “Çözüm süreci” idi. İlk kez AK Parti Hükümeti ve dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan açık biçimde sorunun çözümü için önemli riskler aldı. Benim gibi çoğu insan evet bu kez bu sorun çözülecek diye düşünmeye başlamıştı. İyi niyet ve temennilerle başlayan bu süreç de en fazla iki yıl sürdü. Olumlu başlayan süreç iki yılın sonunda “Seni Başkan yaptırtmayacağız!” saçmalığıyla sekteye uğratılıp, akabinde hendek çukurlarına gömüldü. PKK bir kez daha en iyi bildiği “devrimci halk savaşı” terör yöntemine yeniden döndü. Oysa 2013’te başlayan süreç çok kıymetli bir girişimdi. Bölgede HDP’nin 100’ün üzerinde yönettiği il ve İlçe belediyeleri vardı. Kısmî yerel özerklik gibi bir yönetimle birçok şeyi yapabiliyorlardı. Bölgede çok dilli belediyecilik dönemi başlamıştı. Kürtçenin önündeki engeller kalkmıştı. Bugünden bakınca bazen soruyorum DEM’lilere, o dönem belediyelerde neyi yapamıyordunuz da çukur/hendek eylemlerine alet oldunuz? Örgüte angaje bir siyaset ve yerel yönetim........© Hür Fikirler





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Mark Travers Ph.d
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon