KASTEN İNSAN ÖLDÜRME SUÇUNUN TÖRE SAİKİYLE İŞLENMESİ
TCK’nın 82/1-k bendine göre; töre saikiyle öldürme hâlinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedilecektir. Ancak, bu hükmün uygulanabilmesi için, somut olayda haksız tahrikin koşullarının bulunmaması gerekir[1]. Töre, bir toplumdaki bireylerin büyük bir kısmının inandığı ve terbiye ve ahlak kuralları ve bunların etkilediği davranış biçimleri olarak belirtilmektedir[2]. Töre sakiyle failin hareket ettiğinin kabul edilmesi açısından, failin içinde bulunduğu aidiyet açısından töre olarak kabul edilen ve aile meclisi tarafından alınan karara dayanılarak ailenin sözde namusunu temizlemek amacıyla töreye uygun bir şekilde hareket edilmesidir[3]. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; ”Eylemin töre saikiyle gerçekleştirildiğinin kabulü için; öncelikle davranışı ya da bulunduğu durum/konum, sanık açısından haksızlık teşkil etmeyen mağdurun toplumda genel olarak benimsenmiş olan bir davranış veya yaşam biçimine aykırı davranmış olmasının, ikinci olarak bu aykırı davranışın "ölümle" cezalandırılması gerektiğinin o toplumda yaşayanlar tarafından beklenen bir tepki olduğunun kabul edilebilmesinin, üçüncü olarak ise öldürme fiilinin fail tarafından toplumun öldürme beklentisinin yönlendirmesiyle sırf aykırı davranışın cezalandırılması görevi üstlenilerek işlenmesinin gerektiği” hususu da göz önüne alındığında; Maktulün evini ve çocuklarını bırakarak Diyarbakır'dan İzmir'e kaçması, boşanma davası ile birlikte 6284 sayılı yasa kapsamında tedbir talebinde bulunması, olay tarihinden 1 hafta önce maktulün İzmir'den Diyarbakır'a götürülme konusunda ikna edilmek üzere sanıklar Mehmet, Hüseyin, Abdullah'ın İzmir'e gelmesi, ikna edemedikleri maktule yönelik ailenin namusunu kirlettiği gerekçesiyle olay günü sanık Abdullah tarafından silahlı eylemin gerçekleştirilmesi, sanık Abdullah'ın olaydan sonra "sen bizim namusumuzu kirlettin, köyde kimsenin yüzüne bakamaz olduk" ve "ambulans çağırmayın bırakın ölsün, medyayı çağırın, bu namus meselesi" şeklinde bağırması, maktulün üzerine montunu ve silahını atması hususları bir arada değerlendirildiğinde sanıkları eylemi planladıkları, bunun için belli araştırma ve çaba içine girdikleri, maktule ulaştıklarında da "töre saiki ile evden kaçıp ailenin namusunu kirlettiği düşüncesi" ile öldürdükleri, suçun kanuni tanımındaki fiili gerçekleştiren sanıklar Abdullah ve Ünal'ın fail olarak kabulünde isabetsizlik bulunmadığı, Sanıklar Mehmet ve Hüseyin'in aile büyükleri olarak failin suçu işleme hususundaki kararının oluşmasını sağladıkları anlaşıldığından, mahkûmiyet yönündeki hükümlerde hukuka aykırılık görülmemiştir”[4].
Olması gereken hukuk açısından hukukun belirliliği ve kesinliği ilkesi kapsamında TCK’nın tanımlar kısmında töre kavramının çerçevesi netleştirilmelidir. Yasa koyucunun töre saikiyle insan öldürmeyi nitelikli hal olarak değerlendirmesinin cezanın fonksiyonları açısından yerinde bir düzenleme olarak görmekteyiz. İnsanların kendilerince namus kavramı üreterek kendilerinde birinin öldürülmesine karar verme ve/veya birisini öldürmeye yönelik hak sahibi olduklarını düşünmesi kabul edilemez bir insanlık suçudur. İnsan hayatı her türlü değerin üstündedir. İnsanların töre saikiyle iyi bir şey yaptığını düşünerek birisini öldürmesi hastalıklı ve tehlikeli bir düşünce yapısıdır. Bu hastalıklı düşüncenin toplumdaki tüm bireylere anlatılması ve insanların aydınlatılması gerekir.
Yargıtay’ın töre saikinin koşullarını belirten bir kararında şöyle denilmektedir;”Sanıkların töre saiki ile eylemi gerçekleştirdiklerinin kabulü için ilk olarak mağdurun toplumda genel olarak benimsenmiş olan bir davranış veya........© Hukuki Haber
