menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

YARGI MENSUPLARI-MAHKEME KARARLARININ (Hakim, Cumhuriyet Savcısı ve Avukatın) BASIN YAYIN YOLUYLA ELEŞTİRİLMESİNİN KAPSAM ve SINIRLARI

15 7
21.01.2025

a. Özet

Bu çalışmada konuyla ilgili mevzuat ve bu kapsamda yüksek mahkemelerce verilen yerleşik kararlar ele alınmıştır. Daha genel olarak kamu görevlisi ama özelinde ise yargı mensubu olarak yasada sayılan hakim, Cumhuriyet savcısı ve avukatlar ile mahkeme kararlarının basın, radyo, televizyon, internet-sosyal medya gibi her türlü yayın yoluyla eleştirilmesi, bunun kapsam ve sınırlarıyla ilgili mevzuat ve buna bağlı olarak Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yargıtay tarafından verilen yerleşik kararlardaki temel ilkeler değerlendirilmiştir.

b. Giriş

Gerek Anayasa’da gerekse de ilgili mevzuatında düzenlenen ifade özgürlüğü ile bu özgürlüğün en önemli ve özel hali olarak uygulamada benimsenen basın özgürlüğünün esas olduğu, bu özgürlüğü sınırlamanın ise ancak yasada sayılan hallerde, istisnai ve dar yorumlanması suretiyle olabileceği kabul edilmiştir. Basın özgürlüğünün öne sürüldüğü veya uygulandığı yerde bunun adeta kaçınılmaz sonucu olarak kişilik hakları karşımıza çıkıyor. Bir başka deyişle madalyonun iki yüzü ile karşı karşıya kalınıyor.

Birinci yüzde basının; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser oluşturma hakkı yer alırken ikinci yüzde ise basına verilen hak veya ayrıcalığın karşısında kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı bulunuyor.

Madalyonun bu iki yüzünün çatıştığı hallerde basın özgürlüğünün korunması lehine belli hallerde ve ölçüde üstünlük tanınmış ise de kişilik hakkının korunması da önemli görülmüştür. Mümkün olduğunca “adil denge” bakışıyla hareket etme yönü ağır basmıştır.

Bir basın yayın faaliyetinin hukuka uygun sayılabilmesi için bunun gerçek ve güncel olması, verilmesinde veya açıklanmasında kamunun ilgisi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağın bulunması gerektiği hususu neredeyse tartışmasız kabul görmüştür. Bu dört unsurun da bir arada olması ve yayının, halkı kin ve düşmanlığa sevk, şiddete teşvik etmemesi, nefret veya ayrımcılık içermemesi, suçu ve suçluyu övmemesi, terör veya ayrılıkçı hareketleri övmemesi, meşrulaştırıp yüceltmemesi, başkalarının kişilik haklarını, onur, şeref ve saygınlığını, hakaret, sövme veya benzer yollarla zedelememesi şartıyla hukuka uygun sayılır. Hatta bu hallerde basın dışı bir olaydaki davranış biçimi, normal şartlar altında hukuka aykırılık oluştursa bile bu davranış, eğer basın özgürlüğü çerçevesinde kabul edilebilen bir durum içinde ise hukuka uygun olduğu kabul edilmiştir.[1]

Yüksek yargı kararlarında kamu görevlileri içinde yargı mensupları ayrı olarak değerlendirilmiştir. Prensip olarak yargı mensuplarının da eleştirilebileceği ancak yargıya olan güvenin sarsılmasına yol açabileceği gerekçesiyle eleştiri sınırı, diğer kamu görevlilerine göre daha dar tutulmuştur. Bunların, karşı cevap olarak tartışmaya girmeleri yargıya olan güveni sarsmaya neden olabileceği, bu nedenle mümkün oldukça kararlarıyla konuşmaları gerektiği, ağır eleştiri veya polemiklere konu edilmemelerinin yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması açısından önemli olduğu vurgulanmıştır.[2]

c. Kamu Görevlisi-Yargı Mensubu Kavramı

Basın mensubunun belirtilen görevlerini yerine getirmesi sırasında kamu görevlilerinin basın yayın faaliyetlerine konu edilmesi suretiyle eleştirilmesi önemli bir yer tutuyor.

"Yargı görevi yapan" tanımı, Türk Ceza Kanunu'nda adli ve idari yargıda görev alan kişilere verilen genel bir isimdir. Yüksek mahkemeler, adli ve idari mahkemelerin üye ve hâkimleri, Cumhuriyet savcıları ve avukatlar, doğrudan yargılama faaliyetlerini yürüten veya bu süreçte yer alan kişilerdir. Bu kişiler, yargılama süreçlerinin tarafsız, adil ve hızlı bir şekilde yürütülmesinden sorumludur. Yargı görevi yapan kişiler, toplumun adalet ihtiyacını karşılamakla yükümlü olan önemli bir role sahiptir. Türk Ceza Kanunu, yargı görevi yapan kişilere karşı işlenen suçlara yönelik özel hükümler içermektedir, bu da yargılama süreçlerinin ve adaletin sağlanmasının önemini vurgular.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun tanımları düzenleyen 6. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişinin ifade edildiği düzenlenmiştir. Esasında bu geniş kavram içinde değerlendirme imkanı olmasına rağmen aynı fıkranın (d) bendinde “Yargı görevi yapan” deyiminin neyi ifade ettiği ayrıca düzenlenmiştir. Buna göre, yüksek mahkemeler, adlî ve idarî mahkemeler üye ve hakimleri ile Cumhuriyet savcısı ve avukatlar yargı görevini yapanları ifade eder. “Kamu görevlileri” kavramının tam dışında yer almazsalar da kanun koyucu, “yargı mensubu” olarak sayılan sıfattaki kişilerin biraz daha ayrı bir konumda olduklarını tercih etmiştir. Bu durum, yani tanımların kısmen farklılığına paralel olarak bir kısım suçlarda da genelden farklı özel düzenlemeleri beraberinde getirmiştir. Örneğin, görevi yaptırmamak için direnmeye dair TCK’nın 265. Maddesinin 1. Fıkrasında genel olarak kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek suçu yer alırken 2. fıkrasında bu suçun yargı görevi yapan kişilere karşı işlenmesi hali ağırlatıcı neden olarak görülmüştür. 252. maddesinin 7. fıkrasına göre rüşvete konu olan kişinin; yargı görevi yapan olması hali de ağırlatıcı nedendir.

d. İlgili Mevzuat

Konunun mevzuatına başka bir deyişle yargı mensubunun basın yayına konu edilmesi suretiyle eleştirilmesi, bu nedenle olası kişilik hakları ihlalinin olup olmadığının ölçülerine, kapsamına ve sınırına baktığımızda aşağıdaki maddelerin neredeyse doğrudan ilgili olduğunu söylemek mümkündür:

1) Anayasa’nın düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetini düzenleyen 26. maddesinin 1. fıkrasında ifade özgürlüğünün esas olduğu ile bu özgürlüğün kapsamı belirtilirken 2. fıkrasında ise ifada özgürlüğünü sınırlama nedenleri arasında yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amacı da sayılmıştır.

2) Anayasa’nın basın özgürlüğüne dair 28. maddesinin 1. fıkrasında basının hürdür olduğu, sansür edilemeyeceği, basımevi kurmanın izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamayacağı düzenlenmiş iken devamında “Yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için, kanunla belirtilecek sınırlar içinde, hakim tarafından verilen kararlar saklı kalmak üzere, olaylar hakkında yayım yasağı konamaz.” hükmü de bir yönüyle bunu vurgulamıştır. Çünkü normal şartlar altında yayın yasağı konulmayacağı ancak yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için, kanunla belirtilecek sınırlar çerçevesinde istisnai hallerde yayın yasağı konulabileceği belirtilmiştir.

3) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ifade özgürlüğüne ilişkin 10. maddesinin birinci fıkrası bu özgürlüğün esas olduğu ile ilgili kapsam belirtilirken ikinci fıkrasında ise üye devletlere bu özgürlüğe meşru bir şekilde müdahalenin yapılabileceği şartlar içinde yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması da sayılmıştır.

4) Basın Kanunu’nun basın özgürlüğü hakkındaki 3. maddesinde de bu özgürlüğün esas olduğu ile kapsamı belirtildikten sonra yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabileceği düzenlenmiştir.

5) Konumuz dışı olarak, başka bir deyişle yargı mensubu veya yargı görevini yapanların basın yayın yoluyla eleştirilmesi kapsamında olmazsa bile benzer hükümlerin TCK’da olduğunu söylemek de mümkündür. Kanun koyucunun verdiği önem olsa gerek bazı hallerde yargı görevini yapanların suç işlemesi, bazı hallerde de bunlara karşı suç işlenmesi ağırlatıcı neden olarak sayılmıştır. Örneğin, rüşvet suçuna dair 252. maddesinin 7. fıkrasına göre yargı görevi yapana verilecek cezada artırım vardır. Görevi yaptırmamak için direnmeyi düzenleyen 265. maddesinin 2. fıkrasında suçun yargı görevi yapan kişilere karşı işlenmesi halinde hapis cezasının artırımı söz konusudur. Yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs, 277. maddeyle suç sayılmıştır. İçinde yargı görevi yapanın da sayıldığı adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs, 288. maddeyle suç olarak düzenlenmiştir. Buna göre yasa koyucunun yargı görevini yapanların konumları gereği ayrı olarak değerlendirdiği hallerin de olduğunu söylemek mümkündür.

e. Yüksek Mahkeme Olarak AYM, AİHM ve Yargıtay Kararları

Yukarıda kısmen belirtilen mevzuat içindeki yargılama görevinin gereği, amacı, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması gibi düzenlemeler nedeniyle Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında yapılan hukuki değerlendirmelerde yargı görevi yapan mensupların basın yayın yoluyla eleştirilmesi ile ilgili olarak genel olarak diğer kamu görevlilerine göre daha dar yorumlar yapılarak korunmaları gerektiği belirtilmiştir. Yargının özel konumu ve hassasiyeti nedeniyle polemiklerin içine çekilmemesi ve mümkün oldukça tartışmalardan uzak tutulması amaçlanmıştır. Yargı mensupları kararlarıyla konuşmalıdır. Basınla, şahıslarla, hükümet üyeleriyle tartışmalarında itibarları sarsılabilir ve bu yolla kamuoyu nezdinde kendilerine ve bunun sonucu olarak da yargıya duyulan güven azalabilir. Buna rağmen belli ölçülerde verilen yargı kararları eleştiriye açık olmalıdır.

1) Anayasa Mahkemesi kararlarına göre adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de diğer kamu görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar.[3] Bu sebeple adalet sisteminde görev alan hâkim ve savcılarla birlikte diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak Devletin görevlerindendir. Demokratik bir toplumda, bireylere, yargı sistemi ve ona dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte, bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasını isteme haklarını ihlâl eder boyuta ulaşmaması gerekir.[4][5]

AYM’nin bir kararına göre, savcılar da yargı temsilcisi olarak adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlilerinden olup diğer kamu görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar. Bu sebeple adalet sisteminde görev alan savcılarla birlikte hâkimleri ve diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak devletin görevlerindendir.[6]

Anayasa Mahkemesi, bu yöndeki kararlarında genelde kendi değerlendirmeleriyle birlikte AİHM kararlarına atıf yapmıştır.

2) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararlarında atıf yapılan AİHM kararına göre, demokratik bir toplumun hayat mekanizmalarından olan yargı sisteminin işleyişine ilişkin konular kamusal menfaatlerin alanında kalır. Bu kapsamda yargının toplum için özel rolü dikkate alınmalıdır. Adaletin garantörü olan ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hayati bir işlev gören yargı, görevlerini başarıyla yapabilmek için kamu güvenine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle bu güveni ciddi bir şekilde zarara uğratabilecek temelsiz saldırılara karşı -özellikle yargıçların kendilerini hedef alan eleştirilere karşı cevap vermelerine engel olan bir sağduyuya sahip olma yükümlülükleri göz önünde bulundurulduğunda korumak gerekebilir. Ancak -temelsiz ve ağır biçimde yaralayıcı saldırılar bir kenara bırakılırsa- yargı görevlileri de kabul edilebilir sınırlar içindeki eleştirilere sadece teorik ve genel olarak değil şahsen de konu olabilirler. Bu kişilerin görevlerini ifa ederken kendilerine yönelik kabul edilebilir eleştirinin sınırları sıradan bir vatandaşa kıyasla daha geniştir.[7][8]

AİHM’nin yargının otoritesi ve tarafsızlığına ilişkin içtihatları, yargının özel bir korunmaya sahip olmakla birlikte, bir fanus içinde işlemediğini ve adaletin sağlanması ile ilgili soruların kamusal tartışmanın bir parçası olabileceğini işaret etmektedir.[9]

Yargıtay’ın, AİHM’nin örnekleri verilen yukarıdaki kararlara atıf yaparak yargı mercilerinin manevi şahsiyetinin korunması gerektiğine ilişkin istikrar kazanmış kararları mevcuttur.[10]

Davaya konu haberler ve açıklanan ilkeler birlikte değerlendirildiğinde; davacının hâkim olarak görev yaptığı, görevi kapsamında incelediği dosyalarda aynı bilirkişiyi görevlendirdiği, dava konusu haberlerde, ‘‘dosyaların aynı bilirkişiye gönderilmesi, rant elde edilmesi, adam kayırma’’ gibi ifadelerin yer aldığı, söz konusu yayınlarda davacının işaret edildiği, dolayısıyla matufiyet şartının gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Diğer yandan, dava konusu haberlerde yer alan bir kısım ifadenin yargı mensubu olan ve en üst derecede korunması gereken davacıya karşı, özle-biçim arasındaki dengeyi aşacak şekilde, bir kısım ifadenin ise suç isnadı oluşturacak şekilde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Şu durumda, dava konusu haberler ile davacının kişilik hakları ihlal edildiğinden davacı lehine uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken; mahkemece davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.[11]

Yine tazminat davalarında Yargıtay 4.Hukuk Dairesi kararında "...dava konusu haberlerde yer alan bir kısım ifadenin yargı mensubu olan ve en üst derecede korunması gereken davacıya karşı..." ibareleri kullanılmıştır.[12]

İlk derece mahkemesinin yargı mensubunun, basın yoluyla kişilik haklarının ihlali nedeniyle tazminat talebinin reddine dair kararın temyizi üzerine Yargıtay kararına göre, şu halde yayında, davacıların da içinde yer aldıkları anılan Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına karşı oy yazan üyelerin ilmi ve hukuki niteliği olan gerekçeler yerine ideolojik saplantılarını ortaya koydukları, tarafsız, hukuku evrensel değerlere göre özgürlükçü biçimde yorumlama yeteneğine sahip olamadıkları, kısa süre içinde tasfiye edilecekleri ileri sürülerek hakaret edilmiş, toplumun belli bir kesimine karşı hedef olarak gösterilmek suretiyle kişilik haklarına saldırıda bulunulmuştur. Bu yüzden davacılar lehine uygun miktarda manevi tazminat takdiri gerekirken, davanın reddine karar verilmesi doğru olmadığından kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.[13] Dairenin bu bozma kararına direnilmesi üzerine verilen karara göre, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 06.12.2006 gün ve E:2006/4-763 K:2006/770; 07.02.2007 gün ve E:2007/4-23 K:2007/51; 02.05.2007 gün ve E:2007/4-224 K:2007/228 sayılı kararlarında da aynı ilke benimsendiğine ve dava konusu yayının içeriği, kullanılan söz ve ifadeler itibariyle hukuka aykırılık ve davacılar yönünden matufiyet unsuru gerçekleştiğine göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.[14]

Yargıtay kararına göre, sanığın duruşma sırasında hakime “lan” denilmesi hakaret olarak kabul edilmiştir.[15] Söz konusu karardaki eylem basın yayın aracılığıyla işlenmediği gibi yargı mensubunun korunması gerektiği gerekçesine de dayanmamıştır ancak görevli polis memurlarına karşı söylendiği belirtilen bir başka kararda ise aynı laf nedeniyle hakaret suçundan verilen mahkumiyet kararı, kaba ifade ve ağır eleştiri niteliğinde olduğu........

© Hukuki Haber