menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

KIYI HUKUKU: KIYI MÜLKİYETİ VE YAPILAŞMA

18 12
06.04.2025

Kıyı ne deniz ne karadır; kıyı araftır. Denizin karaya yahut karanın denize boyun eğdiği veya boyun eğdirdiği sahadır. Hukukumuza göre bu alan kimseye ait olamaz, burada yapı yapılamaz, herkes kıyıyı eşit ve ortak olarak kullanabilir.

Gerçekten de suyla karanın birleşmesinden ya da cebelleşmesinden her zaman korunmaya değer muhtelif doğal ve kültürel zenginlikler ortaya çıkmaktadır. Ancak kıyılar turizm, ticaret, seyahat vs. bakımından kullanılıp ekonomik değer ifade etmeye başlayıncaya kadar kıyıları koruyan bir düzenleme yapılmamıştır. Nitekim ülkemizde kıyıya ilişkin yasal düzenlemelerde geç kalınmıştır.

Kıyıların özel mülkiyete yasaklanmasına kadar kıyılar alınıp satılabiliyordu, kıyıda ruhsatlı her türlü inşaat yapılabiliyordu ve kıyının sahibi kıyısının etrafını çitlerle çevirebiliyordu. Hatta savaşın ardından kurulan Cumhuriyetin ilk yıllarında kıyılardaki yapılaşma gelişmişlik alameti olarak görülüyor ve teşvik ediliyordu. Aradan geçen zamanda kıyılar değişmedi ancak turizm, ticaret, seyahat, balıkçılık vb. birçok konuda kıymet ifade etmeye başladığından insanların kıyıya bakışı değişti.

Değişen kıyıya bakışımızın kıyının hukuki statüsünü nasıl değiştirdiğinin izlerini sürmek niyetiyle kaleme aldığımız bu yazıda; kıyı hukukunun buralara nasıl geldiğini anlamak bakımından düzenlemelerin arkasında yatan tarihi ve sosyolojik gerekçeleriyle birlikte kıyıların hukuki durumu değerlendirilecektir. Ayrıca kıyılarla ilgili yaşanan hukuki sorunlar bağlamında verdiği zarar da gözetilerek başta imar barışına ilişkin düzenleme olmak üzere önemli olanlarından bir kısmı bu makalede irdelenecektir.

TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL MESELE OLARAK KIYILAR

Üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen, Türk toplumunun karasal bir kültüre sahip olduğu söylenebilir. Deniz bir bütün olarak Türk kültüründe mesela mutfağında, sanatında, türküsünde, yaşama tarzında neredeyse yok denecek kadar az yer kaplar. Türkiye de deniz kentleriyle kara kentleri arasında denizi görmediğiniz sürece anlamlı bir fark da göremezsiniz. Bu durum denizin Türk ekonomisindeki payının Norveç, Danimarka, İspanya, Yunanistan, Portekiz gibi deniz ülkelerine göre daha düşük olmasından da anlaşılabilir. Mesela İzlanda bizden 7-8 kat daha küçük yüzölçümü ve neredeyse 250’de 1’imiz kadar nüfusuyla balıkçılıkta ülkemizden yaklaşık 4 kat fazla gelir elde etmektedir.

Şimdilerin tatil cenneti sayılan Malta, Kıbrıs gibi adalar ve kıyı şehirleri Osmanlı döneminde sürgün yeriydi. Halikarnas Balıkçısı adı ile tanınan yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın, Cumhuriyetin ilk yıllarında İstiklal Mahkemesi tarafından üç yıl kalabentlikle cezalandırılarak Bodrum’a sürgün edildiği bilinir. Bu hikâyede Halikarnas Balıkçısı’nın sürgün edilmesinden daha dikkat çekici olan şey Bodrum gibi bir doğa harikasının o tarihlerde bir sürgün yeri olarak görülmesidir. Bugün açısından hayli tuhaf olan bu sürgün hikâyeleri, aslında hem Türk toplumunun denizle ilişkisini hem de Osmanlı’da ve Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin kıyıya bakış açısını göstermesi açısından dikkate şayandır.

Osmanlı’dan 1980’li yıllara kadar kıyılarda özel mülkiyetin yasaklanmasına yönelik bir düzenleme yapılmaması toplumun kıyılara yönelik yaklaşımını göstermesi bakımından manidardır.

Nitekim kıyıların dördüncü Anayasamız olan 1982 Anayasasına kadar doğrudan anayasal düzlemde düzenlenmemiş olması da kıyıların yeterince farkına varılmadığının bir başka göstergesidir.

TÜRKİYE’DE HUKUKİ BİR MESELE OLARAK KIYILAR

Her toplumsal mesele hukuki mesele değildir. Ama her hukuki mesele toplumsal bir meseledir. Böyle bakıldığında denizin Türk sosyal ve kültürel hayatında karşılığının çok olmamasının doğal bir sonucu da kıyı hukuk rejiminin bunca zaman belirsizliğe mahkum edilmesinde görülür.

Ekonomik ve sosyal ilgi yoğunlaşmadığı için yakın zamana kadar devlet, kıyıları koruyan bir yasa çıkarma ihtiyacı hissetmemiştir. Kıyılar uzunca bir süre tarım arazileri ile aynı mülkiyet rejiminde görülmüşlerdir. Kıyılarla birlikte devletin hüküm ve tasarrufu altında sayılan yerlerin çoğu kıyılardan daha önce düzenlemeye konu olmuştur. Mesela 1956 tarihli Orman Kanunu, ormanlarla ilgili düzenlemeye kıyılardan daha önce ihtiyaç duyulduğunu gösterir. Hayvancılığın yapıldığı meralar daha da önce düzenlenmiştir.

Kanun bir ihtiyaç meselesidir. Kıyılar tarıma elverişli olmadığı için vatandaş tarafından da rağbet görmemiş, mesela miras paylaşımlarında güçsüz olanlara bırakılmıştır. 1980 dönemi sonrası değişen ekonomi politikalarının parçası olarak turizmin gelişmesiyle kıyıların ekonomik değeri ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu gelişmelerin ardından kıyılar mirasın en değerli parçası haline gelmiştir. İnsanların tatile gitmeye başlaması ile kıyı turizminin hareketlenmesi refah düzeyinin arttığını göstermesi bakımından da önemlidir. Tatile giden insan sayısının artması tatile gidilecek yerlerin de artmasını gerektirmiştir. Ekonomik değeri arttığında kıyılarda çıkan meselelerin mevcut yasalarla çözümü mümkün olmamış, herkesin serbest ve eşit kullanımına açık olabilmesi için kıyıların özel yasalarla korunması gerekmiştir. Kıyılar ilk olarak 1982 Anayasasında doğrudan ele alınmış ve özel mülkiyete konu olamayacağı öngörülmüştür. Bunun hemen ardından devletin hüküm ve tasarrufunda kabul edilen kıyılarla ilgili ilk müstakil Kıyı Kanunu düzenlemesi yapılmıştır. Bu yeni yasal düzenlemeler ile umumun istifadesine açık tutulabilmesi için kıyılardaki özel mülkiyet yasaklanmış, yapılaşmaya sert kısıtlamalar getirilerek kıyının hukuki statüsü değiştirilmiştir. Bu gelişmenin ardından kıyılar bağlamında “mülkiyet” önemli bir hale gelmiştir.

Kıyıların geçmişteki durumu ile mevcut hukuki statüsü arasındaki fark hâlâ uygulamada karışıklıklara neden olmaktadır.

Osmanlı döneminde kıyılar özel mülkiyete konu olabildiğinden Osmanlı’dan Cumhuriyete devreden mülkiyet hakları bulunduğu gibi Cumhuriyet döneminde de; doldurma, kurutma, ihya, kadastro ve kanuni istisnalar yoluyla tesis edilmiş mülkiyetler söz konusudur.

Kıyılarda mülkiyet meselesinden sonra en önemli konu “yapılaşma”dır. “Kıyı Çizgisi” ile “Kıyı Kenar Çizgisi” arasındaki alan özel mülkiyete konu olamadığından sadece kıyıda yapılabilen ve kamu yararına kullanılabilen dalgakıran, liman vs. gibi özel nitelikli yapılara izin verilmiştir. Kıyının devamı niteliğinde olan sahil şeritleri de Kıyı Kanunu kapsamına alınmış ve sahil şeritlerinde de yapılaşmaya önemli sınırlamalar getirilmiştir.

KAVRAMSAL ÇERÇEVE: KIYI NEDİR? KIYI KENAR ÇİZGİSİ NEDİR? SAHİL ŞERİDİ NEDİR?

Şekil1- Kıyı, Kıyı Çizgisi, Kıyı Kenar Çizgisi, Sahil Şeridi Tanımları

a) Kıyı

Kanuna göre kısaca........

© Hukuki Haber