MİRAS TAKSİM SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLANAN TAPU İPTALİ İLE TESCİL DAVASI (TMK 676)
1. Miras Taksim Sözleşmesi
Miras ortaklığı paylaşmayı (tasfiyeyi) amaçlar, bu nedenle geçicidir. Paylaşma ise iki şekilde gerçekleşebilir; iradi ya da yargı yoluyla. İradi olan paylaşma ise TMK’nın 676. maddesinde düzenlenen miras taksim sözleşmesi yani miras paylaşma sözleşmesi ile yapılır.
Miras taksim sözleşmesi, mirasçılar arasında yapılır. Bu nedenle çok taraflı bir sözleşmedir. Mirasçılar dışında üçüncü kişilerle yapılması mümkün değildir. Çünkü bu sözleşme ile tereke üzerindeki elbirliği ile hak sahipliğini sona erdirmek ve mirasçıların bireysel hak sahipliğini sağlamak amaçlanır. Bu nedenle terekede hak sahibi olan yasal veya atanmış tüm mirasçılar (veya temsilcileri) tarafından yapılması zorunludur.
Mirasın açılmasından paylaşımına kadar geçen süreçte terekenin her bir mirasçının payı oranında paylaşımı amaçlanır. Borçlandırıcı bir işlemdir. Mirasçılar karşılıklı taahhüt altına girerler. Tereke aktifleri zorunlu olarak paylara bölünür ve bu payların hangi mirasçıya ait olduğuna karar verilir. Tereke pasifleri yönünden ise bir zorunluluk olmayıp, istenirse aynı yöntem pasifler içinde yapılabilir. Bu yolla tereke üzerindeki elbirliği hak sahipliği sonlandırılarak, mirasçıların ferdi hak sahipliği tesis edilmiş olur.
Paylaşma sözleşmesi iki şekilde yapılabilir. Aynen (elden) paylaşma veya yazılı paylaşma sözleşmesi yoluyla.
Terekenin tümü ile mirasçılar arasında paylaşılması şeklinde yani tam paylaşma şeklinde olabileceği gibi, terekedeki bazı malların paylaşımı veya bazı mirasçıların bu yolla miras ortaklığından ayrılması şeklinde de yani kısmi paylaşma şeklinde de olabilir. Özellikle tereke borçlarının paylaşma kapsamında olması zorunlu değildir. Çünkü tereke borçları mirasçılar arasında paylaşılsa dahi bu borçlardan dolayı tüm mirasçıların üçüncü kişilere karşı müteselsil sorumlulukları devam eder. Payından fazla ödeme yapan mirasçının TMK’nın 682. maddesinde düzenlenen diğer mirasçılara rücu hakkı da saklıdır. Kısmi paylaştırma halinde miras ortaklığı devam eder. Bu şekildeki sözleşme miras payının devri sözleşmesine benzer.
“…4721 Sayılı TMK'nın 676 maddeye göre, taksim sözleşmesinin geçerli olabilmesi için miras bırakanın ölümünden sonra bütün mirasçıların veya temsilcilerinin iradelerinin birleşmesi asıl olduğundan, her birinin kendi payına düşeni aldığı ve diğer mirasçıların paylarına düşenler bakımından da karşılıklı olarak vazgeçtikleri açık ve kesin şekilde belirlenmedikçe taksimin sabit olduğu kabul edilemeyecektir. Bu nedenle TMK'nın 676. maddesinde sözleşmenin geçerliliği yazılı şekle bağlanmış, 10.12.1952 tarihli ve 1950/2 E., 1952/4 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da taksim sözleşmesine tüm mirasçıların katılımı ve yazılı olması taksimin geçerliliği için yeterli kabul edilmiş, taksimde mutlak eşitlik aranmamıştır.
TMK’nın 676. maddesi uyarınca terekeye tabi taşınmazların yazılı olmak koşuluyla mirasçılar arasında taksimi geçerli olup, taksimin geçerli olması için tüm mirasçılar arasında eşit bir paylaşım gerekli değildir. Somut olayda yapılan paylaşımda hisselerin parasal değerine göre açık bir bedel farkı da bulunmamaktadır. Eş söyleyişle edimler arasında bir oransızlık bulunduğu, varsa bu oransızlığın ciddi ve objektif olarak makul karşılanmasının beklenemeyeceği bir durum yoktur. Takip konusu alacak miktarı ve paylaşım sonucu borçluya düşen oran dikkate alındığında, davalı borçlunun mal kaçırma kastıyla hareket ettiğine dair somut deliller sunulamadığı gibi, aksine yukarıda açıklanan tüm aşamalarda borçlu davalının borçlarını ödemek gayesiyle hareket ettiği ve yapılan işlemlerin mal kaçırmak için değil, taksim gayesiyle yapıldığı ortaya konulmuştur. Bu durumda mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken…”[1]
“...uyuşmazlık; davaya konu taşınmazlar hakkında mirasçılar arasında geçerli bir taksim sözleşmesinin bulunup bulunmadığı; buradan varılacak sonuca göre davanın kabul edilip edilmeyeceği noktasında toplanmaktadır...676. maddeden açıkça anlaşılacağı üzere Paylaşma Sözleşmesi yazılı şekilde yapılmadıkça geçerli kabul edilemeyecektir... Geçerli bir miras taksim sözleşmesinden bahsedebilmek için, taşınmazın tüm paydaşlarının katılımı ile yazılı bir belgenin düzenlenmesi gerekmektedir. 10.12.1952 gün ve 1950/2 E., 1952/4 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da aynı yöne işaret edilmiştir. Bu şekilde hazırlanmış geçerli bir miras taksim sözleşmesinin bulunması durumunda paydaşlar bu belgeye dayanarak tapu iptali ve tescil talebinde bulunabileceklerinden ortaklığın giderilmesi davası açmalarında hukuki yararları olmayacaktır. Eldeki davadaki taksim sözleşmesinin incelenmesinde; sözleşmenin tüm mirasçıların katılımı ile düzenlenmediği ve tamamı tarafından imzalanmadığı açıkça anlaşılmaktadır... Bu durumda, yukarıda bahsedilen ilkelere göre, geçerli bir miras taksim sözleşmesinden söz edilemeyeceğinden mahkemece işin esasının incelenip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, taşınmazların fiilen taksim edildiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır...”[2]
“…721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 676. maddesi (743 Sayılı MK. madde 611–612), mirasçıların tereke üzerinde yapacakları taksimin, keza mirasçıların birbirleri ile miras paylarının temliki konusundaki yapacakları sözleşmelerin aynı Yasa'nın 677. maddesi hükmü gereğince geçerli olması için yazılı olması koşulunu öngörmüştür. Her iki halde de, yapılacak tasarrufların murisin ölümünden sonra gerçekleştirilmesinin olanaklı bulunduğu sabittir. Öte yandan, Türk Medeni Kanunu'nun 678. maddesi düzenlemesi ile de, murisin sağlığında ileride (murisin ölümünden sonra) intikal edecek terekedeki hakkıyla ilgili olarak bir mirasçının diğer mirasçılarla veya üçüncü bir kişi ile yapacağı sözleşmelerin geçerli olabilmesi için yazılı olması ve ayrıca miras bırakanın da sözleşmede yer alması ve onun katılımıyla gerçekleştirilmesinin zorunlu olduğu kuralına yer verilmiştir.
Taraflar arasında mirasbırakanın vefatından sonra düzenlenen sözleşme "Miras Taksim Sözleşmesi" niteliğindedir. Bu sözleşme ile mirasbırakandan intikal eden taşınmaz üzerindeki yapının, gelecekte yıkılıp yeniden yapılması halinde mirasçılara kalacak yerler belirlenmiştir. Her ne kadar daha sonra bir kısım mirasçılar tarafından miras paylarını tapuda satış suretiyle davalı ...'a temlik etmiş iseler de bu satış gerçek anlamda bir devir niteliğinde olmayıp 01.09.1998 tarihli miras taksim sözleşmesinin icrasına yönelik bir işlemdir…”[3]
TMK’nın 676/3. maddesi uyarınca, yazılı olmadıkça geçerli olmaz. Adi yazılı şekil geçerlilik şeklidir. Tüm mirasçılar tarafından imzalanır ve mirasçıların tamamını bağlar. Terekede devri resmi şekle bağlı taşınmazlar yer alsa dahi paylaşma için adi yazılı şekil yeterlidir.
Öte yandan sözleşme yazılı şekilde düzenlenmemiş olsa dahi, yani şekle bağlı bir sözleşmede, şekle aykırı olarak yapılan sözleşme kural olarak geçersiz ise de, bu sözleşmeden doğan edimler taraflarca tam olarak ifa edilmiş ise, şekil eksikliği nedeniyle geçersizliği ileri sürmek, TMK’nın 2 maddesinde düzenlenen dürüst davranma ilkesine aykırı olup, hakkın kötüye kullanılmasını oluşturur. Bu nedenle sözleşme yazılı olmasa bile iddia edilen sözleşme gereği edimlerin ifa edilmiş olup olmadıklarının tespiti gerekir.
“…Dava, TMK’nın 676. maddesi kapsamında miras taksim sözleşmesine dayalı muris adına kayıtlı taşınmazın mevcut tapu kaydının iptali ile taşınmazın davacılar adına tescil istemine ilişkindir.
4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 676. maddesi (MÜLGA 743 Sayılı TKM'nın 611.) uyarınca miras ortaklığına (terekeye) dâhil taşınmazlara ilişkin miras taksim sözleşmesinin geçerliliği için tüm mirasçıların katılımı ile adi yazılı şekil yeterlidir. Miras paylaşımı (taksim) ancak taksim sözleşmesinin yapıldığı sırada miras ortaklığına dâhil, paylaşılmamış olan miras mallar için söz konusudur. Paylı mülkiyete dönüştürülmüş ya da diğer mirasçıların oluruyla bir veya birkaç mirasçı adına tescil edilen durumlarda miras taksim sözleşmesi yapılması sonuç doğurmaz.
Hemen belirtilmelidir ki, TMK’nın 676. maddesinde öngörülen yazılı şekil, bir ispat koşulu değil, geçerlilik koşuludur. TBK’nın 11/2. maddesine göre kanunun emrettiği şeklin dereceyi şumul ve tesisi hakkında başkaca bir hüküm tayin olunmamış ise, akit bu şekle riayet olunmadıkça sahih olmaz. Şekle aykırılığın müeyyidesi az önce açıklanan yasa maddesinde hüküm altına alındığı üzere kanunun öngördüğü bir şeklin kapsam ve sonuçları hakkında başka bir hüküm konulmamış ise, şekle uyulmadan yapılan sözleşme hükümsüzdür. Hükümsüzlüğe bağlanan sonuç 29.9.1988 tarihli ve 2/2 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde belirtildiği gibi; kanun, öngördüğü şekil şartı bir geçerlilik şartı olarak düzenlenmiş bulunmakta ve buna uyulmadan yapılan sözleşmelere geçersizlik müeyyidesini (hukuki sonucunu) bağlamaktadır. Kanunda öngörülen şekil şartı emredici nitelikte olduğundan, hâkim şekil noksanlığını her safhada resen gözönüne almak zorundadır. 12.4.1944 tarihli ve 1943/14 Esas, 1944/13 Karar sayılı içtihadı birleştirme kararında da belirtildiği gibi, geçerliliği şekle bağlı sözleşmelerde, kanunun öngördüğü şekle uyulmaması sözleşmeyi hükümsüz kılar ve bu husus itiraz nedeni olduğundan hâkim tarafından doğrudan doğruya gözönünde tutulur.
Ancak şekle bağlı bir sözleşmede, şekle aykırı olarak yapılan sözleşme kural olarak geçersiz olmakla birlikte, bu sözleşmeden doğan edimler taraflarca tam olarak ifa edilmiş ise, şekil eksikliği nedeniyle geçersizliği ileri sürmek, hakkın kötüye kullanılmasını oluşturur…
Şimdi bu nokta da; "dürüst davranma" ve "hakkın kötüye kullanımı" ilkeleri üzerinde durulması gerekmektedir.
4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre; dürüstlük, herkesin uyması gerekli olan genel ve objektif bir davranış kuralıdır. Bu kural, kişilerin tarafı oldukları hukuki ilişkilerde dürüst, namuslu, ahlaklı ve diğer kişilerde yaratılan güvenle tutarlı şekilde davranmalarını ifade eder. Buna göre belirli bir hukuki ilişkide dürüstlük kuralına uygun davranış; toplumdaki dürüst, namuslu ve orta zekâlı bir kişinin, genel ahlak, doğruluk ve karşılıklı güven esaslarına uygun davranış biçimidir. Dürüstlük kuralına uygun bu davranışın belirlenmesinde, toplumda geçerli olan genel ahlak kuralları, günün adet ve uygulamaları, davranışın söz konusu olduğu hukuki ilişkilerin içerik ve amaçları da dikkate alınacaktır…
Diğer bir anlatımla dürüst davranma “bir hak sahibinin hakkını kullanırken veya bir........© Hukuki Haber
