M’ana
M’ana
Bir bebeğin gözlerinin derinliklerinde; nasıl yaşamamız gerektiğinin bilgisi saklıdır.
Tam 7 yıl önce yazmaya başladım M’ana’yı. Hem varlığı hem de adı, yıllar önce gördüğüm bir rüya ile girmişti hayatıma. Ancak bu rüyanın anlamını –ya da doğru olduğuna inandığım anlamını- ancak M’ana doğduktan sonra kavrayabildim. Yazmak, o günlerde hayata tutunmanın bir yolu belki de tek yoluydu benim için. İçinde yer aldığımız sistemin ve kültürün acımasızlığıyla derin bir şekilde yüzleşiyordum. Küçük bir çocuğun varlığının tüm sorumluluğunu iliklerime dek hissederken bu yüzleşmelerin verdiği acı her geçen gün daha da dayanılmaz bir hal alıyordu. Bu acının içine kendi hikâyem ve insan olma halim de dâhil olunca, sağlıklı bir şekilde devam edebilmenin tek yolu, bu acıyı mayalamak ve dönüştürmenin yollarını aramak ve bulmaktı.
Doğumla birlikte başlayan travmatik süreç; sağlık, beslenme, eğitim ve sosyo-ekonomik hemen her alanda yeniden tezahür ediyordu. Ya her durumda öfkelenip, çaresizliğe teslim olacaktım ya da dünya için küçük ama bizim için büyük adımlar atacaktım. Annelik, bu noktada benim için bir yandan politik bir meseleye, diğer yandan da devrimci bir eyleme........
© HTHayat
