Ümitsizliğin eşiğinde: Peygamberler ve toplumları
Peygamberlerin hayatı, sadece geçmişin bir hatırası değil, insanın bugün yaşadığı karanlıkla mücadelesinde bir haritadır. Onlar, hakikati dile getirdikçe daha çok yalnız kaldılar; çağrıları uzadıkça inkâr kökleşti. Azabın gecikmesi, bazılarında inkârı derinleştirirken, peygamberlerin kalbinde de insan olmanın en içli sınavları yaşandı. Yûsuf sûresi 110. ayette bu durum, çarpıcı bir şekilde açığa çıkar: Ümidi zorlayan sessizlikle yüzleşme ve yardımın beklenmedik anda gelişi… Ayette geçen “ümit kesme” ve “yalanlanma” gibi ifadeler, ilahî yardımın zamanlamasına dair kadim bir problemi dillendirirken, aynı zamanda şu soruyu da düşündürür: “Allah’ın yardımı neden beklenir, neden gecikmiş gibi görünür? Ümitsizliğin eşiğinde yardım nasıl iner?” sorularına cevap arayacağız.
Peygamberler, toplumlarını yüce Allah’ın azabı konusunda uyardıklarında azabın hemen gelmemesi, inkârcıların şeytan yolundaki çabalarını katmerlendirmiştir. Hâlbuki yüce Allah’ın cezasının kulun kötü fiilinin hemen peşinden gelmesi gibi bir zorunluluk yoktur: “Nihayet peygamberler ümitlerini kesip de yalanlandıklarını iyice anladıkları zaman, onlara yardımımız gelir. Dilediklerimiz kurtarılır. Azabımız günahkârlar........© Haksöz
