Suriye Devrimi’nden bize kalan
“Rabbim! Ortaya çıksın nur, kaybolsun ıssızlık
Bir eyle! Son bulsun bu üç yüz yıllık yalnızlık!”
İstanbul Tıp Fakültesi’nde 2014’te bir grup öğrenci olarak çıkardığımız Şura dergisinin arka kapağında; yurt ve sıra arkadaşım, sloganımı ve kalemimi bölüştüğüm, aynı sofraya besmele çektiğim kadim dostum Dr.Oğuz Bilal Karakuş’un şiiri yer alıyordu. Ümmetin birliği ve bütünlüğü ile ilgili tespit ve temennilerin yoğunlukta olduğu şiir, beni ziyadesiyle etkileyen ve hüzünlendiren bir şekilde sona eriyordu: “bu üç yüz yıllık yalnızlık!” Çıkardığımız dergilerde, yazdığımız bildirilerde ben düz yazı tarafındaydım, Oğuz ise şiir kısmını üstlenirdi. O zamanlar yazmayı bir tercih, bir hobi, bir kişisel gelişim alanı olarak değil; bir mecburiyet maddesi olarak görürdük. Coğrafyamızın acıları her gün sırtımızda bir bıçak gibi, göğsümüzde bir kurşun gibi kendini hatırlatırdı. Yutkunmaya çalıştığımız suda, boğazımıza dizilen ekmekte aynı acının tesiri büyüktü.
Bizim kuşak Filistin’in öyküsüyle büyüdü. Bu davanın ve direnişin olgunlaştırdığı, emzirdiği nice dimağ oldu. Cesareti, haksızlığa karşı çıkmayı, yalnız olsa da doğru olanı söylemeye ve yaşamaya devam etmeyi bize biraz da Filistin davası öğretti. Her sene coşkuyla tekrarlanan Kudüs geceleri; İstanbul’un meydanlarını, yollarını, parklarını ellerinde Filistin bayrakları ve pankartlarıyla dolduran o her yaştan insandan oluşan kalabalık; konsolosluk önü eylemleri ve birlikte okunan marşlar… Bütün bunların Filistin davasına olan katkısını bizim tespit etmemiz mümkün değil. Amelleri bereketlendiren ve hedeflerine yönelten Rabbimizdir. Ama görebildiğim kadarıyla Filistin mücadelesinin sahiplenilmesi, Müslüman ailelerin çocuklarına ve gençlerine sosyal ve siyasal kimliklerini oluşturmada ciddi bir perspektif ve motivasyon kaynağı oldu. Filistin’i, Gazze’yi, Kudüs’ü doğru anlamak; nasıl bir dünyada yaşanıldığının kavranması için sarsıcı ve aydınlatıcı bir rol üstlendi.
Ben 18 yaşımı doldurmaya yaklaşırken Filistin dışındaki coğrafyamız da birden hareketlendi, adeta alev alev yanmaya başladı. Halkı Müslüman olup despotik yönetimlerle idare edilen bazı ülkelerde insanlar kitleler halinde rejimleri protesto etmeye başladılar. Ben üniversitenin ilk yılını bitirmeden Tunus’ta, Mısır’da ve Libya’da halk direnişi başarıya ulaştı, diktatörler bir bir devrildi. 2011’in Mart ayında Ortadoğu’daki hareketlilik Suriye’ye ulaştığında ise sürecin bu kadar zor ve sancılı olacağını belki çoğu insan beklemiyordu. Bu zorluğun tek sebebi Esed rejiminin barbarlığı ve silahlı mücadeleye dönüşen direnişin karşılaştığı problemler değildi. Ortadoğu’daki intifada sürecini ‘olumlu’ nitelikte değerlendiren bazı çevreler, Suriye söz konusu olduğunda tam tersi bir tutum takındılar. O dönem -bilerek ya da bilmeyerek- İrancı zihniyetin etkisinde kaleme alınmış yazılar okuduğumu hatırlıyorum. Suriye halkının iktidara yönelmiş meşru taleplerini emperyalist/siyonist eksene kolayca oturtan bu yorum sahipleri; kara propaganda, dezenformasyon ve manipülasyon sanatlarını bir bir icra ettiler. Bu can sıkıcı ortam, Rusya ve İran/Hizbullah’ın doğrudan savaşa dahil olmasıyla katmerlendi.
Suriye’nin o dönemdeki atmosferinin, meseleyi “uzaktan” takip edenler insanların dahi psikolojilerinde etkileri oldu. Müslüman bir halk yıllarca sistematik olarak katliam, yıkım, tehcir, tutuklama ve işkenceyle karşı karşıya kaldı. Her akşam bu haberleri okumak insanda sinir uçlarıyla oynandığı hissiyatı uyandırıyordu. Hatırlıyorum, her akşam haberlerde çift haneli, bazen üç haneli ölüm sayıları verilirdi. Esed rejiminin hiçbir hukuki kaideyi ve sınırı gözetmediği anlaşıldığında; ölüm, yaralanma, işkence ve tecavüz gibi olayların gerçek sayısını tespit etmek imkansızlaştı. Suriyeli muhalifler ise bazı günler mevzi kazanıyorlar, bazen de geri çekilmek zorunda kalıyorlardı. Ancak Suriye halkı her hafta her gün meydanlardaydı. Yine hatırlıyorum o dönem cuma eylemleri yapıyorlardı. Her cumaya da bir isim koyuyorlardı. Halk her gün onlarca şehit veriyordu ama asla geri adım atmıyordu. Bu bende büyük bir heyecan ve saygı uyandırıyordu. Özgürlüğün, yalnızca Allah’a kul olmanın bedelini her gün ölümle ödüyorlardı ama vazgeçmiyorlardı. Hal böyle olunca Suriye direnişini karalayan yorumlara karşı tahammülümüz tükenme noktasına geliyordu. Bilindiği üzere Sol/Ulusalcı çevreler Suriye meselesini kendilerine yakışır tarzda sahiplendiler. Esed rejiminin korunup kollanması ve muhaliflerin önünün kesilmesi için diplomasi, medya, gençlik hareketleri gibi unsurları çekinmeden kullandılar.
Suriye direnişi yıllara yayılmış şekilde devam ederken üniversitede bu mesele hakkında farkındalık oluşturmaya çalışıyorduk. Konferans, kermes, giysi yardımı, dergi, bildiri, belgesel gösterimi gibi........
© Haksöz
