Ortadoğu’da yönetim krizi ve Kürtler
Türkiye’de 40 yılı aşkın geçmişi bulunan silahlı çatışma ortamı ve buna çözüm bulma yönündeki gayretler, beri tarafta Irak’la başlayan ve Suriye ile devam eden otoriter nitelikli ulus devletlerin çökmesi; genel anlamda bölge devletlerinin kurucu ideolojilerini ve inşa edici paradigmalarını, özel olarak da Kürt sorununu bu gelişmeler ışığında daha geniş bir perspektifle yeniden değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Özellikle Suriye’deki halk devrimi, İslami değerleri temel alarak kalıcı ve sürdürülebilir çözümler ve modeller geliştirme açısından büyük bir fırsat sunmaktadır. Kendi kültürel ve toplumsal gerçekliklerimizden yola çıkarak oluşturulacak bu model, yalnızca Suriye için değil, bölgedeki yönetim kriziyle cebelleşen diğer devletler ve halklar için de ilham verici bir örnek olabilir.
Özel anlamda Kürt sorunu, genel anlamda bölge ülkelerinin yaşadıkları yönetim krizi, esasında çok daha derinlerde nükseden eden ulusalcı/seküler devlet krizinin dışavurumudur. Yakın tarihe kısaca göz attığımızda, şu gerçeklikle karşılaşıyoruz: Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilmesinin ardından, dönemin emperyalist güçleri İslam milletlerini sınırlarla ayırdı. Bu süreçte Kürtler de, İran, Irak, Suriye ve Türkiye arasında paylaşılarak, statüsüz ve devletsiz bir durumda bırakıldılar. Kürt sorununun başlangıcını böyle bir tarihsel sürece dayandırmak bence yanlış olmaz.
Bu tarihten önce de kimi Kürt isyanları olmakla birlikte bu isyanlar; Tanzimat’la başlayan merkezi hükümete geçiş çabalarına karşı bazı Kürt beyliklerin veraset yoluyla edindikleri otonom yönetimlerini koruma çabasından kaynaklanıyordu. Kürt mirleri, ağa ve şeyhler; vergi toplama, toplumsal düzene ve yönetim haklarına müdahale yetkilerini devletle paylaşmak istememeleri sebebiyle bir direnç göstermişlerdir. 1806’da Süleymaniye’de başlayan Babanzadeler İsyanı ve takip eden süreçteki diğer tüm isyanlar bu kategoriye girer. Esasında Fransız İhtilalinin tetiklediği milliyetçi hareket ve düşüncelerin etkileri bu dönemde henüz bu coğrafyaya sirayet etmemişti.1925 Şeyh Said hadisesinden de çok net bir şekilde Kürt liderliğinin esas olarak aşiret liderleri ve şeyhlere dayandığı, bütünüyle Müslümanlık bağına dayalı bir ümmet tasavvuruna sahip olduğu, dolayısıyla Kürtler açısından bir etnik ayrışma çabasının söz konusu olmadığı görülmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünün ardından, İttihat ve Terakki ve daha sonra Cumhuriyet hükümetleri, Türk ulusalcılığı temelinde bir ulus devlet inşa etmeye karar verdiler. Benzer bir süreç,........
© Haksöz
visit website