menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Şeyh Said ve İslami direniş ruhu -1

27 0
28.06.2025

Şeyh Muhammed Said, Mustafa Kemal’e bağlı Şark İstiklal Mahkemesi tarafından, 29 Haziran 1925’te Diyarıbekir’de, Batıcı devrimler sürecine karşı çıktığı ve İslami yönetim istediği için 47 arkadaşı ile birlikte idam edilmişti. I. Dünya Savaşı yorgunu bir ümmet, Mart 1923’teki I. Meclis Darbesinden itibaren Batılı bir Türk ulusu yaratmayı amaçlayan kadroların tepeden inmeci devrimleri ile karşılaştı; baskılar, sürgünler, katliamlar ve idamlarla sindirildi. İtilaf Devletlerince desteklenen bir avuç Türkçü-Batıcı kadro, Müslümanların dinini, alfabesini ve örfünü değiştirmeye kalkışmıştı. Bu yabancılaştırıcı mukallitliğe karşı çıkanlar orantısız ve insafsız bir güç kullanımıyla ezildi ve büyük ölçüde de sindirildi.

Lozan Antlaşmasında “Turkıa” adıyla sınırları dayatılan ülkede, Müslüman tebaaya yaşatılan aktif yasaklar ve zulümlerden sonra ciddi bir geri çekilme, suskunluk ve korku iklimi hâkim kılınmıştı. Fakat İslami aidiyetleri “geri” ve “çağ dışı” olarak gören pozitivist, faşist, liberal, sosyalist tüm Batı kökenli akımlar, kendilerini ifade edebilecekleri farklı alanlar bulabildiler; kendilerini var kılıp, kadrolarını yetiştirebildiler. Konjonktürel dalgalanmalarla değişen oranlarla da olsa, çoğu kez arkalarında devlet desteği buldular. Sarı ve Beyaz ırk milliyetçilikleri de, ekonomik liberalizm de, devletçi ekonomi de komünist-sosyalist çalışmalar da, siyasi liberalist girişimler de Türk ulusunun banisi/kurucusu kabul edilen Atatürk’ten farklı zamanlarda destek almıştı. Sağ ve sol Kemalizm akımlarının ortak paydası ilerlemecilik, Türk ulusçuluğu, laiklik ve çağdaş medeniyet seviyesine ulaşma yarışıydı. Müslümanlar için yeni kurulan Türk ulus devleti ise kimliklerinin yasaklandığı, hapsolduğu veya işkence gördüğü bir açık hava hapishanesini ifade ediyordu. Dindar insanlar 1930’lu yılların sonunda ve 1940’lı yıllarda çıkarttıkları dergiler için, “Allah” gibi dinî kavramlara yer vermemeleri için resmi yazılarla uyarılıyorlardı.

Ama tüm sindirilmişliklere, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik alanlardan itilmişliklere ve ambargolara rağmen, Müslümanlar arasında yaşatılan İslam’a olan aidiyet bağı büyük ölçüde kopartılamadı. Her dönemde İslam’a olan sevgisini ve bağlılığını satmayan Şeyh Said ve İskilipli Atıf Hoca misyonlarının taşıyıcıları var oldu. Müslümanlar, Kemalist baskı ortamının kısmen yumuşamaya başladığı 1950’li yılların ortalarından sonra yaşadıkları acıları yeni yeni dillendirebilme imkânı bulabildiler. Bu konuda kamuoyuna deklare edilen ilk çalışma Necip Fazıl Kısakürek’in “Son Devrin Din Mazlumları” kitabı oldu. 1969’de basılan bu kitapta Şeyh Said bir Müslüman direnişçi olarak gösterilmişti. Bu isim 1970’lerden 1980’lerin sonuna kadar Şura, Tevhid, Hicret, Aylık Dergi ve Girişim gibi İslami dergilerde gündeme getirilmeye başlandı. Yine Şeyh Said, 1990’da Sadık Albayrak’ınironik başlığı “İrticanın Tarihçesi / Devrimler ve Gerici Tepkiler” olan kitabıyla gündeme getirilmişti. Mustafa İslamoğlu’nun 1998 yılında yazdığı “Şeyh Said Ayaklanması” adlı kitabı, kirletilen tarih sayfalarının üzerindeki toz ve pislikleri oldukça temizlemiş ve konuyu aydınlatmıştı. Ve son olarak da Diyarıbekir’in çocuğu Altan Tan, Şeyh Said üzerine yapılan tüm incelemeler ve elde ettiği verilerle sistematik ve tutarlı bir çalışmanın özetini 2009 yılında bizlere “Kürt Sorunu” başlıklı kitabının içinde sundu.1

Şeyh Said zaafa düşmüş bir ümmetin çocuğu idi. Yeniden vahye ve fıtrata tutunmaya çalışıyordu. Ana tarafından da baba tarafından da Muhammedi (s) bir soya dayanıyordu ama Zazalaşmıştı. İslami duyarlılığını, zaaflı da olsa Nakşî tarikatı ve sembolik de olsa hilafet makamı gibi vesilelerle diri tutmaya çalışmıştı. Medrese eğitimini Muş’un Malazgirt ilçesinde tamamlamıştı. Rus ordularının Kafkas üzerinden güneye doğru ilerlemesi ailece onları hareketli kılmıştı. Hınıs’tan sonra Piran’a taşınmak zorunda kalmışlardı. Osmanlı........

© Haksöz