Ehlimiz olmayanla kardeşlik de yapamayız!
Son dönem müfessirlerimizden Muhammed Abduh da Tahir bin Aşur da Nuh (a)’ın, tufan vakıasında ilahi ikazlara kulak vermeyip vahye itaat etmeyerek vahyin kılavuzluğunda yapılan gemiye binmeyen ve sonunda boğulan oğlunu “ehli”nden yani ailesinden sayması nedeniyle adeta isyankâr oğlu için Rabbinden şefaat istemeye yöneldiğini belirtirler.1 Nuh (a) hem nebi hem beşer idi. Beşer olarak çocuk sevgisi ve benzeri insani duygular taşıyabilirdi. Oysa inkârcılara şefaat dilemek Nuh (a)’ın resul olarak gönderiliş hikmetine aykırıydı.
Nihayet Allah’ın Son Elçisi Muhammed (a)’a da, Kur’an vahyine iman edenlere de Tevbe sûresinde buna benzer bir uyarı yapılmıştı: “Nebi ve Mü'minlere; Cehennem'lik oldukları açıkça belli olduktan sonra, yakınları da olsa, ortak koşanlara bağışlanma dilemeleri yaraşmaz.”2
Dirayet ehli müfessirlere göre tarihi olaylar, oluş biçimleri, zamanları ve mekânları Kur’an’ın gayeleri arasında değildir. Nuh kıssası değişik sûrelerde farklı ifadelerle dile getirilir. Buralarda da Tufan hadisesi ancak hedeflenen ders ve ibret yönleri ile değerlendirilir. Muhammed Abduh, Nuh sûresinde geçen “Nuh: Ey Rabbim! Yeryüzünde o kafirlerden hiç kimseyi bırakma.”3 ayetindeki hitapda “elardı / yeryüzü”nden maksat bütün yer küre olmadığını ve bütün nebi ve resullerin söz ve haberlerinde geçen “elardı / yeryüzü”nün onların memleketlerini veya kavimlerinin yaşadığı toprakları ifade ettiğini belirtir. Rahmetli Abduh ayrıca İsra sûresinde “Kitapta, İsrail oğullarına: ‘Yeryüzünde merrateyn (yani iki kere) bozgunculuk çıkaracaksınız ve alabildiğine kibirleneceksiniz’ diye bildirdi” ayetindeki “yeryüzü / elardı” ile kast edilenin onların ülkeleri olduğunu belirtir ve konuya açıklık getirir ve ayet örneklerini sıralar.4
Zaten Buhari ve Müslim’in Resulullah’tan rivayet ettikleri bir hadiste de şöyle denilmektedir. “Her resul sadece kendi kavmine gönderilmiştir; ben ise bütün insanlığa gönderildim.”5 Yani Resulullah (s) bütün alemler için rahmet vesilesidir.
Yine Hud sûresinden okuduğum ayetler Rabbimizin ilahi hitabı karşısında inatlaşan, şirkten hicret etmeyen insanlar biyolojik ailemiz olsa bile, en nihayetinde iman ailemize ait değildirler. Ancak biyolojik veya ahidleşme kardeşimiz olanlar tevhid dinine ve Kur’an’ın uygulamalarına itaat ederlerse “ehlimiz” yani kardeşlerimiz olabilirler.
Ancak eski münkirler veya mürtedler, Hindistanlı alim Ebu’l Hasan Ali Nedevi’nin belirttiği üzere hak ve adalet istikametinde yürümekle mükellef İslam ümmetinden6 veya cemiyetinden ayrılırlar, yeni kabul ettikleri dinin cemiyetine katılırlardı veya kibir içinde kendi vehimlerini kutsar ve hevalarını ilah edinirlerdi7. Değişikliklerini, yeni inançlarını apaçık bir şekilde ve cesaretle ilan ederler, bu uğurda karşılaştıkları her türlü zarar ve güçlüğe tahammül gösterirlerdi. Eski haklarını ve menfaatlerini devam ettirmek için İslam ailesinde kalmakta israr etmezlerdi.
Fakat bugün İslam dini ile alakası kalmayan kimse, genellikle Müslümanların cemiyetinden ilgisini kesmek istemiyor. Halbuki İslam cemiyeti korunmuş olan vahye iman eden yegâne insan toplumudur. Bu cemiyet inançsız gerçekleşemez. Ancak bugünün mürtedleri veya münkirleri eski yerlerinde yaşamakta ve İslam’ın sunduğu haklardan istifade etmekte israr ederler. Sözle ve şeklen de olsa Müslüman tanımlamasından vazgeçmezler. Müşrik ve münkir Batıcıların kanunlarına sığınmak bunlarda. Müşrik düşmanlarla siyasi işbirliği bunlarda; onlar gibi yaşamak, giyinmek, içmek, eğlenmek, hırsızlık-soygun ve dolandırıcılık bunlarda. Müşrikler gibi zaaflı veya değil Müslümanlara karşı nefret suçu işlemek, gaybi olana taş ve iftira atmak bunlarda.
İslam dininin bütün açıklığı ile ve Resulullah’ın olanca gücü ile mücadele ettiği bazı cahiliyye teamülleri ve kavmiyetçilik veya milliyetçilik bunlarda. Coğrafyamızda 19., 20. ve 21. yüzyıllarda en büyük bölme ve sömürülme aygıtı olan ulusçuluk, tıpkı İslamdan önceki cahiliyye devrinde olduğu gibi kan, mekân ve soy birliği asabiyesine istinat etmektedir. Ulusçuluk birey veya topluluk kibrini, müstağniliğin taassubunu göklere çıkarmakta, mukaddes ilan etmektedir. Bu seküler tutum ırk efsanelerini, Atatürkçülük gibi kişi kültünü veya bilimcilik adına pozitivizmin tespitlerini, çağdaş medeniyet diye tamamen iki yüzlü Batının / Occident Modernitesinin ilerlemecilik efsanesine dayanan sözde değerlerini kutsamaya ve savunmaya, bunların sancağı altında savaşmaya teşvik etmekte ve bu eğilimlerine göre insanlık toplumunu tasniflemektedir. Bu Batıcı zihin Avrupa kökenli ilerlemeci sanal kutsalları, hayvanî ve aldatıcı kıymet ölçülerini kutsamayan insanları, Eski Yunan’ın kast sistemi sınıfçılığı........
© Haksöz
