İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
İslam düşüncesinde "Allah gökte midir?" sorusu, kelamcılar, tasavvuf erbabı ve filozoflar tarafından ele alınmış, farklı yorumlarla açıklanmaya çalışılmıştır. Kur'an-ı Kerim'de yer alan bazı ayetlerdeki ibarelerden Allah’ın göklerde olduğu gibi ifadeler içermekte ancak birçok akım Allah’ın mekân ve zamandan münezzeh olduğunu savunur.
Selefilik, İslam’ın ilk üç nesil olan sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin dönemindeki uygulamaları esas alarak, İslam’ı doğrudan Kur’an ve sünnet üzerinden anlamayı savunan bir düşünce ekolüdür. Bu anlayış, İslam'ın ilk dönemindeki dinî uygulamaların en doğru yorum olduğuna inanır ve daha sonraki dönemde gelişen kelam, felsefe ve diğer yorum ekollerini genellikle reddeder.
Selefiliğin Tarihi ve Öncüleri
Selefilik düşüncesi, İslam’ın ilk üç nesline (Selef-i Salihin) atıfta bulunarak temellendirilmiştir. Tarihi olarak, bu düşünceyi savunan ilk büyük isimlerden biri İbn Hanbel’dir. İbn Hanbel’in kelam ilmine karşı çıkması ve İslam’ı literal anlamda yorumlaması, selefi anlayışın ilk nüvelerini oluşturur.
Ancak İbn Teymiyye (1263–1328), Selefiliği sistematik bir düşünce olarak geliştiren isimdir. İbn Teymiyye, hem kelam ilmine hem de felsefi yorumlara karşı çıkarak, İslam’ın ilk dönemindeki uygulamaların esas alınması gerektiğini savunmuştur.
Selefi düşünce, İslam’ın özüne dönülmesi gerektiğini savunarak, dini bid’atlerden ve hurafelerden arındırma hedefini sürdürmektedir.
Nassları Allah’a layık olacak şekilde zahirine göre yorumlayanlar. Bunlar selef ve onlara tabi olanların tercih ettiği görüştür. Selef’ten maksat ise sahâbe ve Ahmed b. Hanbel, Mâlik, Şâfiî ve Ebû Hanîfe, Süfyân-ı Sevrî ve Evzâî gibi tabiînin ileri gelen imamlarıdır. Selef düşüncesine göre Allah’ın sıfatlarının keyfiyeti bilinmez. Sonraki dönemlerde de onlar gibi düşünen İslam bilginleri olmuştur.
Hicri dördüncü asrın başlarından itibaren selef metodunu uygulayan bu bilginlere “selefiyyun” adı verilmiştir. Selef uleması, itikâdî meselelerde akıl ve re’ye başvurmaksızın Kur’an ve sünneti olduğu gibi kabul eder. Allah’ın sıfatları ve kader meselelerini de olduğu gibi kabul eder ve müteşabihayetlerin te’viline yanaşmazlar. Selefîliğin sistemleşip bugünkü görünüşüyle bir akım haline gelmesi ise sonraki dönemlerde ve özellikle İbnTeymiyye zamanında gerçekleşmiştir
Özetle selefilik, İslam’ın ilk nesillerini örnek alarak, dini yaşamın saf ve bozulmamış haliyle sürdürülmesini amaçlayan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, Kur’an ve sünneti olduğu gibi anlama prensibi üzerine kuruludur ve İslam’ın özünü temsil ettiği inancıyla diğer dini ekollerin görüşlerine karşı eleştirel bir tavır sergiler.
Selefiliğin Temel Prensipleri ve Usulü
Selefilik, İslam’da zahiri yorumlara dayalı bir yaklaşımı savunur. Mezhebin temelini oluşturan usuller şunlardır:
Son günlerde sosyal medyaya yansıyan münazaralar çerçevesinde “Allah Gökte midir?” konusunda yapılan tartışmalar çerçevesinde;
Bu tartışmanın temelinde yer alan kavramsal çerçeveye göre, Arapça’daki "fî" kelimesi "içinde, -de, -da" anlamına gelir ve Kur’an’da bazen Allah’ın “göklerde” olduğu gibi bir anlamla ilişkilendirilebilir. Ancak dil bilimciler ve tefsir alimleri, bu tür ifadelerin Allah’ın sınırsız ve aşkın varlığı göz önüne alındığında sembolik bir dilin gereği olduğunu belirtir. Bu çerçevede, Fahreddin Razi gibi düşünürler, bu ifadenin Allah’ın yüceliğini ve insanların tasavvur edemeyeceği kudretini vurgulamak için kullanıldığını savunmuşlardır. Bu görüşe göre dil, Allah’ın yüceliğini anlatmakta yetersiz kalır ve kullanılan ifadeler sadece Allah’ın bizatihi kendisini değil, O’nun varlığını anlatan bir semboldür.
Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir’de Allah’ın mekânsal bir varlık olmadığını ve dildeki sınırlamaların Allah’ın yüceliğini tam anlamıyla ifade edemeyeceğini vurgulamıştır.
Zahiri yoruma göre, Allah’ın gökte olduğuna dair Kur’an ifadeleri açık bir dille alınmalı ve mecazla sınırlandırılmamalıdır. Örneğin, bazı ayetlerde Allah’ın "göklerde" olduğuna işaret eden ifadeler geçer:
“O (Allah) ki göklerde ve yerde olan her şey O’na aittir…” (Bakara Suresi, 255. ayet). Bu ayette geçen “göklerde ve yerde olan her şey” ifadesi zahiri yorumlara göre, Allah’ın göklerde olduğu anlamında ele alınabilir.
“Rahman Arş’a istiva etmiştir” (Taha Suresi, 20:5). Zahiri anlamda yorumlandığında, bu ifade Allah’ın belirli bir konuma yerleştiğini ifade edebilir.
Bu yaklaşımı savunanlar, Hz. Peygamber’in sözlerini zahiri anlamda ele alır. Bu hadislerden biri, bir kölenin imanının doğruluğunu test etmek isteyen Hz. Peygamber ile ilgilidir:
“Peygamberimiz (s.a.v.) bir köleyi imtihan ederken ona ‘Allah nerede?’ diye sormuş, o da ‘gökte’ yanıtını vermiştir. Peygamberimiz ise, bu cevabı onun imanının doğru olduğuna işaret olarak değerlendirmiştir.” (Sahih-i Müslim, 537). Bu hadis, Allah’ın gökte olduğunu söylemenin iman açısından geçerli bir ifade olduğu anlamında yorumlanmıştır.
Felsefi bakış açısıyla, özellikle Farabi ve İbn Sina gibi İslam filozofları, Allah’ın zamansal ve mekânsal sınırlamalardan bağımsız olduğunu savunmuşlardır. Bu düşünürler, Allah’ın ilk sebep olduğunu ve bütün varlıkların yaratıcısı olarak mekâna ihtiyaç duymadığını belirtmişlerdir. Allah’ın mekâna ya da zamana tabi olmasının, O’nun sınırsızlık niteliğini kısıtlayacağı fikrini ortaya koymuşlardır.
İbn Sina, Kitabü’ş-Şifa eserinde........
© Haksöz
visit website