menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Barışın felsefi, dini ve sosyolojik temelleri üzerine: Tarihsel sorumluluk ve ahlaki bir zorunluluk

8 0
09.03.2025

Tarih boyunca insanlık, barış ve çatışma arasında sürekli bir salınım içinde olmuştur. Savaşların ve toplumsal gerilimlerin dönüştürücü gücü olduğu kadar, medeniyetleri aşındıran yıkıcı bir yönü de bulunmaktadır. Ancak felsefi, dini ve sosyolojik metinler incelendiğinde, hakiki bir barışın sadece savaşın yokluğu değil, adaletin tesis edildiği, hakların korunduğu ve insanın öz değerine saygının esas alındığı bir durum olduğu görülmektedir.

Yapılan son açıklamalar yalnızca güncel politik mesele olarak değil, daha geniş bir perspektifte insanın tarihsel ve ahlaki sorumluluğu bağlamında ele alınmalıdır. Silahların bırakılmasına ilişkin vurgu, çatışmanın getirdiği yıkımın bilincine varılmasını, yeni bir diyalog zemininin inşa edilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda, "barış" kavramının etik, metafizik, sosyolojik ve siyasal temelleri üzerine yeniden düşünmek elzemdir.

İlkel topluluklar ve hayvanlar incelendiğinde toplumun oluşması ve toplum içerisinde bir yöneticinin bulunması gerektiği açıktır. İlkel topluluğun ilk aşaması olan ev halkı içinde evin yönetimi için bir aile reisinin bulunması gerektiği ve bu aile reisinin kanunları ile evin yönetiminin gerçekleştiği, ailenin büyümesi ile klanların oluştuğu ve bu kan bağı ile birlikte klan içerisinde yaşayan en yaşlı üye tarafından klanın yönetildiğini tarihi verilerden öğrenmekteyiz.

Siyaset felsefesinin en büyük sorunlarından biri devlet aracılığıyla mutluluğun nasıl elde edilebileceği tartışmasıdır. Ferdi mutluluktan ziyade, toplumsal mutluluğun nasıl gerçekleşeceği tartışması, doğal olarak siyaset felsefesini de ilgilendirmektedir. Çünkü toplumlar birer devlettirler. Devlet iyi bir amaçla kurulan bir insan topluluğudur… Tüm insanlar eylemlerinde iyi denilen şeyi yapmaya çalışırlar. Devlet denilen şey aslında bir topluluktur ve bu topluluk siyasaldır. Devletlerin ve de insanların temel amacı iyi bir biçimde yaşamaktır. Topluluğun oluşturulma nedeni bu iyi yaşamı sağlayabilmektir.1

1. Sosyolojik Perspektiften Barış: Toplumsal Değişim ve Dönüşüm

Sosyoloji, bireylerin ve toplumların tarihsel süreç içinde nasıl değişip dönüştüğünü inceler. Bu bağlamda barış, yalnızca siyasal ya da hukuki bir süreç değil, aynı zamanda toplumsal normlar, kolektif bilinç ve kültürel yapıların değişimiyle doğrudan ilişkilidir.

Durkheim ve Kolektif Bilinç: Barışın Toplumsal Temeli

Emile Durkheim, toplumları "mekanik dayanışma" ve "organik dayanışma" olarak ikiye ayırır. İlkel toplumlarda insanlar ortak değerlere ve kimliklere sıkı sıkıya bağlıdır (mekanik dayanışma), modern toplumlarda ise iş bölümü ve çeşitlilik nedeniyle dayanışma farklılaşır (organik dayanışma). Barışın sağlanması, toplumun hangi dayanışma türüne sahip olduğuna bağlıdır.

Durkheim’e göre toplum kolektif bilincin bir ürünüdür. Eğer bireyler ortak bir ahlaki çerçeve içinde birleşirse, çatışmaların yerine uzlaşma ve dayanışmanın alacağını ifade eder.

Türkiye’de ve Ortadoğu’da çatışmaların tarihsel kökenlerine bakıldığında, etnik, dini ve mezhepsel aidiyetlerin güçlü olduğu, mekanik dayanışma ile şekillenmiş toplum yapılarının bulunduğu görülmektedir. Bu tür toplumlarda farklı kimliklerin uzlaşması, ancak kolektif bilincin yeniden inşasıyla mümkündür. Son açıklamalarda bu bağlamda, barışın sosyolojik bir dönüşüm gerektirdiğini göstermektedir.

Max Weber, modern toplumların meşruiyet temellerini üçe ayırır:

1-Geleneksel otorite (geçmişe dayalı yönetim)

2-Karizmatik otorite (liderin kişisel gücü)

3-Rasyonel-legal otorite (hukuk ve kurallar üzerine kurulu düzen)

Barış sürecinin başarısı, devletin........

© Haksöz