menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Pınar Kür'ün ölümü vesilesiyle musallat olan hatıralar!

87 0
20.07.2025

İhtiyar zeytin ağacının gölgesinde oturmuş, saçlarımda denizin tuzu, elimde Laurent Seksik’in “Franz Kafka Ölmek İstemiyor” (YKY) romanı, bir yandan kitap okuyor, bir yandan da ayağımı ısıran karasineği bulup canına okumak istiyorum. Sineği öldürmek için her hamle ettiğimde çarpacakmış gibi yakınımda duran Simi adasına takılıyor gözüm, böylesi havalarda böyle olur, ada yaklaşır, yaklaşır, bir anda kendini onunla burun buruna bulursun. Tam bu sırada telefonun, yeni bir haber veren o metalik sesi bozdu her şeyi. Kitabı bıraktım, ekranda “Pınar Kür öldü” yazısı belirdi.

82 yaşında ölmüştü, romanları, hikâye kitapları, hayatını anlatan birkaç cümleyle devam ediyordu haber. Telefonu bıraktım masaya, kitapta kaldığım yere döndüm. Kafka ölmek üzere. Başucunda, sanatoryumda tanıştığı doktor adayı, tıp talebesi, “Budapeşteli genç bir Yahudi, çok hırslı, zeki, doğuştan doktor, anti-Siyonist, ustaları İsa ve Dostoyevski” olan arkadaşı Robert Klopstock… Kafka yatakta, Robert yüzünü seyrediyor. Şöyle anlatıyor yazar o anı:

“Kafka’nın ruhu birazdan ayrılacak bu bedenden. Ya da belki de ruh diye bir şey yoktur, öncesi bir hiçtir, sonrası bir hiç; yaşam anlamsız umutlarla hareket eden insanların birbirleriyle karşılaşıp asla gelmeyecek trenleri beklemekten başka bir şey yapmadığı uçsuz bucaksız, ıssız bir gardır. Hiçbir şey yoldaşlık etmez, peşinden gitmez, üstün gelmez azap çeken ruhlarımızın fısıltılarına, aşklarımıza ve hüzünlerimize; hiç kimse açıklayamaz asla yaşamlarımızın gizemlerini, cüretkâr arzularımızı ve musallat olan hatıralarımızı; hiç kimse duymaz dualarımızı, hiç kimse ödeyemez kefaretini hatalarımızın. Çünkü topraksın, toprağa geri döneceksin.” (s.60)

Ölüm haberini alıncaya kadar Pınar Kür adını unutalı ne çok zaman olmuş! Bir anda her şey hareketlendi, görüntüler ardı ardına dizildi, film şeridi geriye sarıyordu, sarma işlemi bir türlü bitmedi. Ne çok hendeğin üzerinden atladım ne çok derin koyaktan geçtim bir ben bilirim bir de ben. Kendimi bir anda 1980’lerin ortalarında, okula gidiyoruz diye, mektep yerine her gün gittiğimiz Süleymaniye’de, meşhur kurufasulyeciyle komşu Malatyalı İhsan Abi’nin kahvesinde buldum.

İbo ölmemiş, Kerim parasızlıktan bir türlü sigaraya başlayamadığı için bizden otlanıyor, Ali ağızda mızıkası hep aradığı ezginin peşinde, Neco ısrarla en son okuduğum kitabın adını alacak benden. Briç oynuyoruz, üç sanzato demişim, oyun bende kalmış, eli çıkarmam lazım, Neco’yu susturmak için “Bir Deli Ağaç, Pınar Kür” dedim ve sürdüm pik asını masaya.

“Bizim İngilizce derslerimize giren okutman değil mi Pınar Kür?” diye sordu Kerim.

“Evet, o; şahane çevirileri de var, ‘Aç Sınıfın Laneti’ni, “Doğmamış Çocuğa Mektubu” o çevirmiş,” dedim.

“Bir Deli Ağaç”, çivit mavisi, tasarımları harika kapaklı kitaplardan, 1981 baskısı, Yazko Yayınları bendeki… Yazko, 1980’lerin başında bir araya gelen bir grup yazarın kurduğu bir kooperatifti… Fikir, Menderes hükümetinde başbakan yardımcısı Samet Ağaoğlu’nun komünist oğlu Mustafa Kemal Ağaoğlu’ndan çıkmış; memlekette iç harp var, her şeyin kıtlığı çekiliyor; tüp gaz kıt, benzin kıt, sigara kıt, bir de kitap basmak için kâğıt kıt…. May Yayınevinin sahibi Mehmet Ali Yalçın kâğıt meselesine çözüm bulsun diye kültür bakanını ziyaret etmiş, konuşurken nazırın odasında sekteyi kalpten gitmiş, durum o derece ağır… Mehmet Fuat ile Ahmet Cemal de yanında Ağaoğlu’nun. Matbaası da var, en iyisi, hiçbir fikirde anlaşamayan, hiçbir meselede bir araya gelemeyen solcu yazarları bir kooperatif çatısı altında birleştirmek, kendileri yazsın, bassın, kazandıkları parayı da kendileri alsın. Alayının cebi delik, cepkenleri biraz para görsün… Memleket irfanına katkı da cabası… Bastıkları bütün kitapların arkasında “Bu kitap basılı fiyatının üzerinde satılamaz” ibaresi var, zira satıcılar o sırada istedikleri fiyatı etiketle yapıştırıyorlar kitaplara. Kooperatifin ilk üyeleri Çetin Altan, Attila İlhan, Kemal Bilbaşar, Kemal Sülker, A. Kadir, Can Yücel, Bekir Yıldız, Asım Bezirci, İlhan Berk, Bertan Onaran, Zeyyat Selimoğlu, Salim Şengil, Adnan Özyalçıner, Tomris Uyar, Pınar Kür, Ataol Behramoğlu, Selim İleri ile Yaşar Miraç...

12 Eylül darbesi hışımla girişmiş her şeye… Yazarlar kooperatifi bu sırada ayakta kalan tek kurumdur. Yazko biri edebiyat, biri çeviri, biri de felsefe, üç de dergi çıkarıyor. Üyesi olan yazarların cebi ilk defa para görmüş, herkes memnun, üyeleri her geçen gün çoğalıyor.

Türk aydının müzmin hastalığı burada da nükseder ne yazık ki. Siyasi iktidara yaptıkları muhalefet yetmez, ille de birbirlerine de muhalefet yapacaklar! Eğer bir yerde doğru düzgün işleyen bir tezgâh, bir kurum, bir işletme, bir dernek varsa, orada mutlaka onun muhalifi aydınlar da vardır bu memlekette. Ehil olup olmadığına bakmadan orayı “ele geçirme” planları anında girer devreye. Amaç orayı daha da büyütmek değil, “ele geçirmek”tir. “Ele geçirmek” bir ecdat geleneğidir ne de olsa! Bunun köylü versiyonu da var. Bir akrabası bir........

© Habertürk