menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Nobel Barış Ödülü, Devlet Bahçeli'nin olmalı!

68 1
23.07.2025

Ülkesi Güney Afrika’da yıllar yılı, beyaz ırkçı rejime karşı sabotajlar düzenleyerek, bomba dahil olmak üzere her türlü silahı kullanarak başkaldırmış olan Nelson Mandela, günün birinde yakalandı ve müebbet hapis cezasını çekmek üzere demir parmaklıklar arasına kapatıldı. Yattığı yer sadece hapishane değil taş kırılan bir çalışma kampıydı aynı zamanda. Merhametsiz gardiyanların insafına terk edilmişlerdi. Gardiyanlar yaşadıkları her günü korkunç bir eziyete dönüştürmek için ona ve arkadaşlarına olmadık eziyetler çektiriyorlardı. Misal, içlerinden birisi su istese, önce arkadaşlarına bir çukur kazdırıyor, su isteyeni o çukura gömüyor, üzerine işeyerek, “Al sana su, bu su dünyanın en kaliteli viskisidir” deyip kahkahalarla gülüyorlardı.

Mandela, bu feci şartlarda, bu korkunç işkenceler altında tam tamına 28 yılını geçirdi. Ve günün birinde o hapishaneden çıkma günü geldi.

Hapishaneye, halkına ırkçı uygulamalarla hayat hakkı tanımamış bir rejime başkaldırmış bir “terörist” olarak girmiş; 28 yıl sonra oradan, “beyazlarla bir arada yaşayacaksak eğer, birbirimizi affetmekten başka yol yoktur” diyen, kalbi yumuşamış, merhameti öğrenmiş, meseleleri hal etmenin tek yolunun birbirini öldürmek olmadığına kanaat getirmiş bir “barış savaşçısı” olarak çıkmıştı. Ama kafasındaki fikri uzun uzayda hiçbir arkadaşıyla, hatta ailesiyle bile konuşmamıştı. Bir deneme yapacaktı, başarılı olursa eğer, gelecek kuşaklara “huzur içinde müreffeh bir ülke” armağan edecek, başarısız olursa da vicdani vazifesini yerine getirmiş bir fani olarak bu dünyadan göçüp gidecekti. Kendisinin yazdığı hatıratında var, onunla ilgili yapılan filmlerde anlatılır, hakkında yazılan kitaplar söyler. Mandela hapishaneden çıkar çıkmaz; hapishaneye girdiği gün, eşikte kazılmış derin çukura sokup, onu insanlığından çıkarmak, haysiyetini kırmak, varlığından soyutlamak için üzerine işeyen ihtiyar gardiyanı evinde ziyaret eder.

Bu uzun yürüyüşün ilk adımıdır. Ona bu korkunç muameleyi yapan sadisti, af ettiğini ilan etmek için yapar bunu. Bunu yapabilirse eğer gerisi kolaydır. Zira binlerce yıl önce bir Çinli filozof, “En uzun yolculuk küçük bir adımla başlar” demişti. O adımı atar ve yıkılmaz sanılan duvar gümbür gümbür yıkılmaya başlar. Gelin görün ki bu davranışı destekçilerinden hiçbirisinin hoşuna gitmez. Hepsi çok öfkelidir ve Mandela’nın o öfkeye önderlik yapmasını istiyorlar hâlâ. Oysa Mandela’nın korkunç şartlar altında geçirdiği 28 yıl boyunca başardığı en önemli şey, öfkesini yenmiş olmasıydı. Önündeki engeli kendi eliyle kaldırmış, hapishaneye girdiği gün üzerine işeyen canavarı af ederek, onun zihniyetine barış elini uzatmıştı.

Bu davranışı ona pahalıya mal olur. Arkadaşları ona kızar, ailesi yanında durmaz, onu terk eder, etrafı bir anda boşalır, bakımını yapan sıradan bir hizmetçi kadından başka yanında, yöresinde kimse kalmaz. Ama o doğru yaptığına emindir.

Barış için giriştiği savaşı daha da kızıştırır. Dünyada tek haklı savaşın barış için yapılan savaş olduğunu, savaşın çok kolay bir iş olduğunu ama barışı kabullenmenin en zor şey olduğunu çok iyi bilir. Bu yüzden işe kendisiyle başlar. Riski göze alır. İntikam yaşayan herkesi rahatlatır ama doğmamış olanlar için intikamın hiçbir anlamı yoktur.

Şu söz onundur:

“İntikam almak isteyen zihinler ülkeleri darmadağın eder, barış isteyen insanlar ise yeni bir ülke yaratırlar.”

Bir “terörist” olarak girdiği hapishaneye, 28 sene sonra büyük bir........

© Habertürk