menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Unutulması güç bir karakter

34 0
24.02.2025

İngiliz yönetmen Mike Leigh’nin yeni filmi “Acı Gerçekler” (Hard Truths), alternatif bir karakter dramı ve kariyerinin en cesur işlerinden biri… Cesur olduğunu düşünüyorum çünkü Leigh, seyircilerin beklentilerini boşa çıkarmaktan hiç endişe etmiyor. Aslına bakarsanız, filmin bir hikâyeye sahip olduğundan bile emin değilim. İki kız kardeşin ve ailelerinin gündelik hayatından bir kesit izliyoruz sadece. Çoğu filmde gördüğümüzün aksine ana karakter Pansy’nin (Marianne Jean-Baptiste) belirli bir amacı yok. Ciddi psikolojik sorunları olduğu belli ama çözmek veya yardım almak için hiçbir adım atmıyor. Ayrıca finalde olaylar bir yere bağlanmıyor, sadece film bitiyor: Pansy’nin önüne simgesel bir ikilem çıkıyor ve zihnimizde hayatının geri kalanını nasıl geçireceğine dair soru işaretleri beliriyor. Ya biraz daha iyiye gidecek ya daha kötüye… Hiç değişmeme ihtimali de azımsanacak gibi değil. Çünkü film boyunca kayda değer anlamda olumlu veya olumsuz değişim gözlemlemiyoruz kendisinde.

Aslına bakarsanız, uzun süre “Yaşamın Kıyısında” (Manchester by The Sea) gibi bir film seyrettiğimizi düşünmemiz mümkün. Ne var ki, Leigh, her şeyi birbirine bağlayan çarpıcı bir geçmiş öyküsü veya travma sunmuyor bize. Birkaç sahnede mutsuzluğun nedenleri konusunda önemli ipuçları veriyor kuşkusuz ama yine de kim Pansy’yi tümüyle anlayarak, çözerek filmden çıktığını iddia edebilir ki?

Peki, seyirciye tam olarak ne vadediyor Leigh? Her şeyden önce seyredenlerin aklında yer edecek bir ana karakter vadediyor. Daha önemlisi, karakterler arasındaki çatışmaların alttan alta hep sürdüğü, duygusal gerilimin finalde bile sona ermediği bir film seyrettiriyor bize.

Film sona erdiğinde eminim herkesin kendine göre bir Pansy yorumu olacak. Mike Leigh’nin tam da istediği bir şey bu… Ama filmi çekerken bizim Pansy’yi nasıl yargılayacağımızdan ziyade onun içine kısılıp kaldığı nevrotik çıkmazı anlatmak istediği belli.

Peki, kim bu Pansy? Uykuda bile huzur bulamayan mutsuz bir İngiliz ev kadını, diyerek başlayalım. Çığlık atarak uyanıyor genelde. Kâbus görmesi bir yana, hayat onun için bir kâbus aslında. Mutsuzluğunu kendi içinde yaşayan edilgen ve sessiz bir film karakteri değil. Tam aksine, agresif, baskın karakterli ve konuşkan… Bazen seyirciye sinir kahkahaları attırabiliyor. Özellikle de kendisine benzeyen asabi biriyle karşılaştığında… Pansy, karşısındaki insanlara sözlü saldırıda bulunarak içindeki mutsuzluğu dışarı yansıtıyor. Her yerde menfi ve kavgacı bir insan. Karşısındakilerin profesyonel olarak kibar davranmak zorunda olduğu yerlerde çok daha çekilmez biri… Etrafına sürekli negatif enerji yayıyor. Girdiği her söz dalaşında haklı olduğuna emin gibi görünüyor. Ama mobilya mağazasındaki görevli “Yöneticimi çağırmaya gidiyorum” dediğinde oradan hemen sıvışmasını, atlamamak gerek.

Kontrol manyağı olduğunu düşünmek mümkün. Evi çok tertipli ve temiz. Bahçedeki güvercinlerden rahatsız oluyor. Böceklerden ve çiçeklerden hiç hoşlanmıyor. Yolu yanlışlıkla bahçeye düşen bir tilki onu dehşete düşürebiliyor.

Pansy’nin eşi Curtley (David Webber), bir tesisatçı… Evin........

© Habertürk