menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Başına buyruk bir müzisyen

43 0
09.02.2025

“Bob Dylan: Tam Bir Bilinmez” (A Complete Unknown), son yıllarda sıkça karşılaştığımız müzisyen biyografilerinden biri. Filmin yönetmeni James Mangold’un Jay Cocks ile yazdığı senaryo, Elijah Wald’un 2015’de yayımlanan “Dylan Goes Electric!” adlı kitabını temel alıyor.

Film, Bob Dylan’ın hayatındaki belki de en önemli döneme odaklanıyor. 1961’de otostop yaparak New York’a gelişiyle başlayan hikâye, Greenwich Village’daki The Gaslight Cafe gibi yerlerde şarkı söyleyerek şöhrete ulaşmasının ardından 1965’te tartışmalı ve olaylı bir sahne performansına imza attığı Newport Folk Festivali’ne kadar olan dönemi kapsıyor. Dylan’ın, arkadaşları ve örnek aldığı idoller dahil herkes için bilinmez olarak kalmayı tercih ettiği, kendisinden ve geçmişinden söz etmek istemediği bir dönem bu…

Kaldı ki, James Mangold’un yönettiği film de Dylan’ın (Timothée Chalamet) yakın çevresiyle arasına çektiği gizem perdesini aralamaya yeltenmiyor; geçmiş hikâyesine girmiyor. İç dünyasını, ruhunda kopan fırtınaları, davranışlarının nedenlerini, tüm duygu ve düşüncelerini keşfetmek gibi bir iddiayla yola çıkmıyor. Ona saygıyla, belirli bir mesafeden bakıyor. Onu filmdeki diğer karakterler gibi şarkılarının sözleri, kurduğu ilişkiler, söyledikleri, söylemedikleri ve profesyonel hayatında aldığı kararlarla tanıyoruz.

“Filmin odağı ne?” diye sorarsak “Bob Dylan’ın bir müzisyen olarak kendi kişiliğini bulma süreci” diyebilirim. Öte yandan, James Mangold öyle çok iddialı bir fikir üzerine kurmuyor filmini. Bir tez geliştirmek veya önerme sunmaktan ziyade, öncelikle filmin geçtiği tarihin ruhuna nüfuz etmek; Bob Dylan’ı da o tarihselliğin içine yerleştirmek istiyor. Sivil haklar hareketinin güçlendiği, müzisyenlerin politize olduğu bir dönemde Bob Dylan’ın protest müzik dünyasındaki yerini nasıl aldığını gözlemliyor. Ayrıca Dylan’ı kurduğu insan ilişkileri ve onlarla yaşadığı etkileşim üzerinden anlayıp çözmek istediği çok belli. Filmin temel konsepti de bu zaten: Dylan ve o yıllarda hayatına giren insanlarla yaşadıkları… Dolayısıyla, kalabalık kadrolu bir ansambl film havası ağır basıyor.

Evet, film geçmiş öyküsüne hiç girmiyor ama New York’a gelir gelmez belki de cebindeki son parayla New Jersey’deki devlet hastanesinde yatan efsane müzisyen Woody Guthrie’yi (Scoot McNairy) ziyaret etmesi, onun için yazdığı şarkıyı çalıp söylemesi, müziğe yaklaşımı ve önceki hayatında nasıl biri olduğu hakkında yeterince ipucu veriyor aslında. İlk gençlik yıllarından beri belirli politik bilinci olduğu çok belli.

Dönemin politik isimlerinden ünlü folk şarkıcısı Pete Seeger (Edward Norton) ile ilişkisi, filmin önemli dramatik eksenlerinden biri. Pete ile Guthrie’yi ziyaret ettiği hastanede tanışması, New York’taki ilk gecesinde onun evinde kalması, filmin Newport Folk Festivali’ne kadar uzanan anlatı çerçevesini belirliyor. Müzik üzerine yaptıkları ilk konuşmada yıllar sonra karşı karşıya gelecekleri çatışma konusu da kendini hemen belli ediyor. Ülke genelinde politik kimliğiyle tanınan Seeger, Amerikan folk müziğini sahiplenen, yaygınlaşması için çaba gösteren öncü bir isim. Dylan’ın gitarıyla söylediği şarkıları çok seviyor, Greenwich Village’daki folk müzik camiasına dahil olmasını sağlıyor. Sonraki dönemde Dylan’ın elde ettiği her başarıyla gurur duyuyor, Amerikan folk müziğinin........

© Habertürk