menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Toplum, medeniyet ve uygar insan

10 0
25.05.2025

Oysa çoğu zaman unuttuğu şey şuydu: Toplum dediğimiz şey, bir zorunluluklar mezarlığıdır. Kimsenin isteyerek girmediği ama herkesin içinde gömülü olduğu bir toplu mezar.

İlk çağlardan beri, insan bir arada yaşamaya mahkûm. Çünkü yalnızlık hayatta kalmayı zorlaştırıyordu. Toplum, hayatta kalmanın aracıydı, mutluluğun değil. Lakin bu zorunluluk, zamanla bir ideal gibi yutturuldu: “İnsan toplumsal bir hayvandır.” Hayır. İnsan, yalnız yaşayamadığı için başka insanlara tahammül etmek zorunda kalan bir hayvandır. Ve tahammül zamanla öğretilen bir şey değil, bastırılan bir şey oldu.

Modern toplum, bireyin içsel çığlığını bastırmak için icat edilmiştir. 18. yüzyıl Aydınlanması’nın “akıl” vurgusu da, 19. yüzyılın pozitivist toplumsallık saplantısı da, hep aynı şeye hizmet etti: Bireyin özgünlüğünü törpüle, sonra ona “toplumsal yarar” adı altında kurallar dayat. Kendi kendinin efendisi olduğunu sanan insan, böylece toplumun kölesine dönüştü. Rousseau’nun “doğal iyi” dediği insan, toplumun ellerinde şekillenen bir kâğıt mendile çevrildi: Herkesin ağzına sürüp attığı, sonra üzerine basıp geçtiği bir mendil.

Toplumun evrimi, çoğu zaman bireyin yıkımı pahasına gerçekleşti. Platon’un ideal devletinde birey, ancak devlete hizmet ettiği ölçüde anlam kazanıyordu. Bu anlayış, zamanla biçim değiştirerek modern devlet aygıtına aktarıldı. Toplumun çıkarı, bireyin ruhunu törpüleyen bir tören haline geldi. Kant’ın “ahlaki özerklik” fikri, bu bağlamda tarih boyunca en çok bastırılan ve çarpıtılan fikirlerden biri oldu.

Gelin tarihten bir pencere aralayalım. Antik Roma… Dünyanın en gelişmiş toplumsal yapılarından biri. Hukuk vardı, yol vardı, kanalizasyon vardı. Ama aynı Roma, halkı eğlendirmek için arenalarda insanları birbirine öldürtüyordu. “Toplum” o kadar kutsaldı ki, birey bunun uğruna kurban........

© Haberton