Normalleşmek mi, meşrulaştırmak mı?
Neyin normal sayıldığına halk karar vermez; güç karar verir. Gücün diliyle yazılır sözlük, onun kalemiyle çizilir sınırlar. Normalleşme dedikleri şey çoğu zaman halkın değil, iktidarların kendi geçmiş günahlarını aklamak için kullandığı bir perdeye dönüşür. Ve perde ne kadar kalınsa, arkasındaki pazarlık da o kadar büyüktür.
Bugünlerde siyasetin dilinde “normalleşme” var. Masalar kuruluyor, tokalaşmalar yapılıyor, yılların düşmanları objektiflere birlikte poz veriyor. Bir zamanlar “vatan haini” dedikleriyle yan yana oturuyorlar. Düne kadar “diktatör” dediklerine bugün “partner” diyorlar. Dün terörist ilan edilen isimler bugün siyasi çözüm ortağı gibi lanse ediliyor. Sorarsan “ülke için”, “millet için”, “istikrar için”. Ama sormazsan, gerçek amacı asla duymazsın. Çünkü bu ülkede siyasette asıl anlaşmalar kamuoyunun göremeyeceği yerlerde yapılır. Ve o anlaşmalarda halkın talebi değil, koltukların pazarlığı vardır.
Peki halk ne istiyor? Halk artık kimlik siyasetiyle ilgilenmiyor. Çünkü karnı tok değil. Kimliğini konuşmak istemiyor, çünkü çocuğu işsiz. Etnik kimliğiyle değil, elektrik faturasını nasıl ödeyeceğiyle meşgul. Liyakat istiyor, torpil değil. Adalet istiyor, cezasızlık değil. Eşitlik istiyor, ayrıcalık değil. Çünkü artık mesele kimlik meselesi değil; geçim, güven ve gelecek meselesi.
Sokakta bir kahvehaneye girin, bir pazar tezgâhında bir amcayla konuşun, bir okul kantininde öğrencileri dinleyin. Kimse “kimlik” konuşmuyor. Herkes hizmet istiyor, liyakat istiyor, devletin işini doğru yapmasını istiyor. Ama işte tam da bu yüzden, bu talepler siyasetin........
© Haberton
