Devlet ve bireyin özgürlük sınavı
Zira devlet, sadece soyut bir kavram değil, bizzat hayatın içinde deneyimlenen bir varlık hâlidir. Latince kökeniyle “status” kelimesinden gelir; yani hâl, vaziyet, durum demektir. Fakat bugün gördüğümüz üzere devlet, durum olmaktan çıkmış, âdeta canlı bir varlık gibi algılanır olmuştur. İşte sorun tam burada başlar. Çünkü devlet, bireyin hayatını kolaylaştırmak için kurulmuş bir araçtır; ancak araç olma vasfını kaybedip amaç hâline gelince, kendi asli vazifesinden sapmış demektir. Bir araç, nasıl olur da kullananın efendisi olabilir? Nasıl olur da maaşını ödediğimiz kamu görevlisi, kendini halkın üzerinde konumlandırabilir?
Bu ülkede özgürlüğün anlamı ve kıymeti, ancak devletin gölgesinin uzanmadığı anlarda anlaşılır. Çünkü Türkiye’de özgürlük, devletin müsaade ettiği sınırlarda değil, onun göremediği anlarda yeşerir. Devletin özgürlükle olan sınavı tam da burada başlar. Özgürlüğü korumak için kurulan devlet, bizzat özgürlüğü kısıtlayan bir mekanizmaya dönüştüğünde, meşruiyetini de kaybeder. Patronuna hesap vermekten kaçınan bir CEO gibi davranan, vergi ödediği vatandaşa “Sen kimsin?” diye soran bir devlet, asla özgürlüğün teminatı olamaz. Çünkü devlet, esasen bireyin iradesinin ürünüdür. O irade yok sayıldığında, devlet sadece bir baskı aygıtına dönüşür.
İnsan, doğduğunda herhangi bir rejime, ideolojiye veya bayrağa ait değildir. O, çıplak varlığıyla dünyaya gelir. Haysiyetini, onurunu ve vicdanını doğuştan taşır. Devletin görevi, bu haysiyetli varlığa müdahale etmek değil, onun varoluşunu kolaylaştırmak ve anlamlandırmasına yardımcı olmaktır. Eğitim, sağlık ve adalet hizmetlerini sunarak bireyin yaşam kalitesini yükseltmektir. Fakat ülkemizde devlet, bu basit ve net tanımından uzaklaşarak, bireye efendilik etmeye kalkışır. Korkulan bir güce dönüşür. “Kamu görevlisi” ifadesini kullanırız ama aynı görevliden korkarız; çünkü devlet bu topraklarda, vatandaş değil, mürit yetiştirmeyi tercih etmiştir.
Bireyin........
© Haberton
