Beyin Tokatlayan Bir Ayet & Önlenemez Değişim*
*
Sevgili dostlar, bugünkü yazıma, beyin tokatlayan bir ayet-i kerime ile başlamak istiyorum. Ra’d, 11: "Şüphesiz ki Allah, bir kavmin durumunu onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez."
(Diyanet İşleri Başkanlığı Meali)
Gelin şimdi arkamıza yaslanalım ve aşağıdaki soruları soralım kendi kendimize:
Neden bazı milletler devrim niteliğinde teknolojiler üretirken, diğerleri sadece bu teknolojileri kullanmakla yetiniyor? Neden her gün adını duyduğumuz Google, Amazon, Tesla, Airbnb gibi dev şirketler hep ABD gibi merkezlerde doğuyor da, İslam coğrafyasından küresel çapta bir inovasyon çıkmıyor? Neden biz hâlâ ithal eden, tüketen ve dışa bağımlı kalan toplumlar arasında yer alıyoruz? Neden üniversitelerimiz fikir liderleri değil de sadece sınav çözen papağanlar yetiştiriyor? Ve neden bizim zekâlarımız başka coğrafyalarda parlayabiliyor ama kendi vatanında körelip yok oluyor?
Bu sorular, yalnızca şikâyet etmek için değil; kendimize gelmek, öz benliğimizi hatırlamak ve yeniden bir diriliş hamlesi başlatmak için sorulmalıdır. Çünkü gerçek değişim dış etkenlerle değil, insanın içinden başlar, toplumdan değil bireyden başlar.
Unutmayalım: Bugünkü modern bilimin temelleri, El-Harezmi’nin matematiksel sistemlerinde, El-Cezeri’nin makinelerinde, İbn-i Sina’nın tıp kitaplarında, Farabi’nin mantık ve siyaset görüşlerinde, Biruni’nin gökyüzü ve yeryüzü hesaplarında, İbn Rüşd’ün düşünce yazılarında, İbn Heysem’in optik çalışmalarında, Zahrawi’nin cerrahi buluşlarında ve Uluğ Bey’in rasathanesinde atılmıştır. Avrupa Rönesansı’nı başlatan da, bu kıymetli eserlerin Arapçadan Latinceye çevrilmesi ve Batı’nın bu bilgileri alıp kendi gelişiminde kullanmasıydı.
Bir zamanlar Avrupa’ya ilmi, bilimi ve medeniyeti öğreten bir ümmetin torunları olarak, nasıl oldu da terazinin kefesi tersine döndü? Neden artık fikir üretmiyor, sadece başkalarının ürettiklerine hayran kalıyoruz? Nasıl oldu da teknolojinin, bilimin ve geleceğin dizginleri elimizden kaydı ve ümmet olarak arkadan nal toplar hâle geldik?
Çünkü biz pusulamızı kaybettik. Bir zamanlar “Oku” emriyle yola çıkan, merakla büyüyen, ilmi ve hikmeti önceleyen bir medeniyetken; bugün sorgulamayan, sadece “gavur ne yapmış be!” diye bakan bir topluma dönüştük. Kültürümüzü öz değerlerimizle değil, dış görünüşüyle taşımaya başladık; şekilcilik ön planda, gösteriş en başta yer aldı. Oysa Müslüman kimliği dürüstlükle, cesaretle, üretkenlikle, adaletle ortaya konmalıydı. Bilgiye erişim artık kolay ama onu anlamlandırmakta zorlanıyoruz; çünkü hikmet gitti, bilgelik kayboldu. Çok şey biliyor ama az şey anlıyoruz. Sabır ve istikrarı yitirdik, “Çalış kazan” anlayışının yerini “kazı kazan” zihniyeti aldı. Eskiden Beytü’l-Hikme gibi kurumsal yapılarla ortak akıl geliştirilirdi, bugün işler sadece birkaç kişinin insafına bırakılmış durumda. Ne liyakat kaldı ne ehliyet; kaht-ı rical almış başını gidiyor.
Öğretecek bilgisi olmayan binlerce öğretmen adayı, atanmayı bekliyor, ehil olmayanlar yetki kullanıyor. Kurumlar değil, kişiler ön planda; bu da bizi bireysel çıkarlara, dağınık yapılara ve sürdürülemez bir akıbete mahkum ediyor.
Batı, başarıyı bireyler üzerinden değil, güçlü ve sürdürülebilir sistemler kurarak elde etti. Kurumsallaşma, veriyle yönetim ve uzun vadeli planlama bu başarının temel taşları oldu. Bizde ise işler hâlâ bireylerin gayretiyle, el yordamıyla yürütülmeye çalışılıyor. Ne yazık ki yapısal bir sistem inşası konusunda ciddi eksiklerimiz var.
Uber, Amazon, SpaceX gibi şirketlerin arkasında yalnızca yaratıcı fikirler değil; sağlam bir yatırım kültürü, etkin bir........
© Habername
