menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yitik Mercan

10 1
19.10.2025

Şair, o eşsiz eserinde "Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin. En son avucumuzdan inci ve mercan düştü." demişti. Nurullah Genç Hocamız, inci ve mercan metaforlarıyla genel manada elbette değerlerimizi, kutsallarımızı vurgulamak istiyordu. Daha da özele indirgemek gerekirse, bu kavramlardan inci ilmi (maneviyatı), mercan ise ahlakı karşılıyor olmalıydı.

İlim, Müslüman'ın yitik malıydı ve nerede olsa sahiplenmeli, Çin'de bile olsa arayıp bulmalıydı Allah Resulü sav'e göre. Zira ilk emir "Oku" idi. Gelin görün ki, okuma eylemi biz Türkler için Orta Asya'dan günümüz Anadolu hayatına dek, pek de kolay bir mesele olmamıştır. Keza tarih boyunca biz Türkler, yazılı edebi eserlerden ziyade sözlü eserler vermişizdir. Bünyesinde Buhara, Semerkant, İsfahan gibi mektep şehirler barındıran Müslüman Türk Beldeleri, içlerinden elbette önemli yazılı eserler de çıkartacaklardı. Özellikle Kaşgarlı Mahmut'un Divanı LugatıtTürk'ü, İbni Sina'nın El Kanunu Fit Tıb'bı, İmam Gazali'nin İhyauUlumiddin'i çağlara ve nesillere ışık tutan başucu eserleri olsalar da benzer nitelikte pek de çok eser verememişiz maalesef.

Müslüman Türk Milleti, bu eksik yanını kuşaktan kuşağa özellikle sohbet halkaları, yani "dinleme yeteneği" sayesinde onarmış ve tamam kılmıştır. Hatta buna Dede Korkut Hikayeleri'ni (anlatılarını) da örnek verebiliriz. Anadolu Türk Toplumu'nda herkes okuyan birer alim mertebesinde olmasa da bahsini ettiğimiz bu özel kabiliyet sayesinde Anadolu İrfanı denilen bir olgu zuhura gelmiştir. Böylelikle vatan kıldığı, yurt bildiği toprakların her bir köşesinde adı sanı duyulmamış "garip" ARİFLER çıkarıvermiştir. İlmi yönden hiç okul-mektep görmemiş, doğru dürüst kitap yüzüne değmemiş bir Anadolu köylüsünün bile herhangi bir soruya karşı vermiş olduğu hayranlık ve şaşkınlık uyandıracak derinlikteki özlü yanıtların-cevapların kaynağı, tam da bu irfan ehli oluşundan ileri gelmektedir.

Sözün burasında, genel manada Horasan Erenleri ya da Anadolu Erenleri dediğimiz, gönül ehli alimlerden müteşekkil ve yurdum insanına çocuk yaştan zanaat kazandırmanın yanında gerçek manada insan olabilmenin yollarını da gösteren Ahi Teşkilatları'nın etkisini de unutmamak gerekir. Yine burada da baş roldeki ana unsur saygı ve sevginin yanında, "dinlemekti". Keza, bir bakıma meslek okulu ya da esnaf ve zanaatkarlar odası mahiyeti taşıyan bu yerel teşekküller, zamana ve niteliğe göre insanımıza hem mesleki yönden çıraklık, kalfalık ve ustalık payeleri sunarken, aynı zamanda bu kişiyi iç dünyasında da hamlıktan olgunluğa ve kamil insan olma noktasında bir bakıma seyrü süluk yolculuğuna çıkarırlardı. İcazet alıp kendi tezgahlarını kuranlar, yine Ahiler'in denetim ve kontrolünde olan çarşı-pazarlarda iş hayatlarını devam ettirirlerdi. Hatta içlerinde olur da zayıflık gösterip hileye hurdaya, yalana dolana kısacası harama tevessül edenler çıkarsa da, o kişinin kapısından aşağı pabuç asılır, böylelikle "pabucu dama atıldı" denerek kendisinden yüz çevrilirdi. Gerekli cezaya da çarptırılırdı.

Gördüğümüz üzere Anadolu Müslüman Türk Toplumu sosyo-ekonomik ve kültürel manada çok derin ve bir o kadar da sağlam temeller üzerinde yükselegelmiştir.

Peki bu değerler hazinesi ne oldu da elimizden bir bir düşüp kayboluverdi? Elmas, inci ve mercanlarla dolu bu hazine öylesine değerliydi ki, bir düşünün! 15. Yüzyılın ortalarında Avrupa'nın neredeyse göbeğine kadar giriyorsunuz. Fethettiğiniz bu coğrafyaların ne dili ne dini ne de kültürü sizinkiyle hiçbir benzerlik taşımamakta. Bu insanlara her türlü inanç, ibadet ve yaşama özgürlüğü de sunuyorsunuz. Yine de bir millet (Boşnaklar) onbinler halinde gelip, "Hayır! Biz sizin ahlakınıza, yaşamınıza, kültürünüze hayran kaldık. Biz sizler gibi olmak istiyoruz." diyerek oracıkta Müslüman oluyorlar. Bu öyle........

© Habername