Sanayinin Sessiz Çöküşü ve Faiz Kıskacındaki İş Dünyası
Türkiye sanayisi, üç yıldır süren reel daralmayla adeta ekonomik solunum yetmezliği yaşıyor. İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) 500 Büyük Sanayi Kuruluşu raporu, büyüme diye sunulan illüzyonun ardındaki çöküşü belgeliyor. Türkiye, 2024-2025 dönemine üretimde tükenmişlik, finansmanda ise boğulmuşluk içinde girdi. Bu rapor, yalnızca bir yılı değil, üç yıla yayılan kronik bir daralmayı belgelemekte. Ortaya konan tablo, yalnızca sanayi performansını değil, aynı zamanda Türkiye’nin ekonomik yapısının genel sağlığını gözler önüne sermektedir.
Sanayide yaşanan bu gerileme; yüksek faiz politikası, kredi daralması, döviz baskısı ve yatırım ortamının zayıflaması gibi bir dizi yapısal sorunun sonucudur. Artık mesele sadece firmaların küçülmesi değil, bir ekonomi modelinin sürdürülebilirliğinin sorgulanması meselesidir. Üreten sektörün can çekiştiği, finansal sistemin kredi vermeyi kestiği bir yapıda, yalnızca büyüme değil, ayakta kalma mücadelesi dahi tehlike altındadır.
Kâğıt Üzerinde Büyüme, Gerçekte Küçülme
2024 yılında İSO 500 şirketlerinin üretimden satışları TL bazında 6,3 arttı. Aynı dönemde Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) A,1 olarak gerçekleşti. Bu tablo, yanıltıcı bir görüntü ortaya koyuyor: Kâğıt üstünde ekonomi büyümüş gibi görünüyor ama gerçekte üretim azalmış. Gerçek tabloya baktığımızda sanayinin %3,4 oranında reel olarak daraldığını görüyoruz.
Dahası, bu reel küçülme yalnızca 2024’e özgü bir dalgalanma değil. 2021 yılından bu yana sanayi sektörü üç yıl üst üste reel daralma yaşıyor. Bu durum, artık bir ekonomik döngü değil; sistematik ve derinleşen bir yapısal kriz olduğunu gösteriyor. Sanayi cephesinde yaşanan bu çöküş, üretim gücünün giderek zayıfladığını ve Türkiye’nin sanayi omurgasının çatırdadığını gözler önüne seriyor.
Bu üç yıllık reel daralma, 2018 döviz krizinden bu yana sanayi sektörünün yaşadığı en uzun süreli küçülme dönemi. 2018’de döviz şokuyla başlayan süreç, pandemiyle derinleşmiş, 2021 sonrası yüksek faiz ve kredi daralmasıyla yapısal bir krize dönüşmüştür.
Kârlılıkta Tarihi Erozyon
2024 yılı itibarıyla sanayi firmalarının faaliyet kârı 1,6 oranında azaldı. Aynı dönemde satış kârlılığı %2,6’ya gerileyerek son 10 yılın en düşük seviyesine indi. Bu sadece bir finansal veri değil; üreten kesimin emeğinin karşılığını alamadığını gösteren çarpıcı bir göstergedir.
Daha da dikkat çekici olanı, finansman giderlerinin faaliyet kârına oranının ,6’ya ulaşmasıdır. Yani sanayici üretiyor, satıyor fakat kazandığı her 100 liranın neredeyse tamamını faiz ödemelerine harcamak zorunda kalıyor. Kar yerine borç büyüyor, yatırım yerine kredi taksiti yetiştirme yarışı başlıyor. Bu tabloda büyüme, sadece banka bilançolarında gerçekleşiyor.
Sanayi firmaları artık sermaye biriktiremiyor, geleceğe yatırım yapacak gücü kalmıyor. Faaliyetler sürdürülebilirliğini yitirirken, firmaların varlıklarını koruma savaşı, yerini ayakta kalma mücadelesine bırakmış durumda. Türkiye’nin üretici sınıfı, emeğinin meyvesini yiyemez hâle geldiğinde, ekonominin uzun vadeli direnci de zayıflar.
Ar-Ge Dondu, Teknoloji Yerinde Sayıyor
İSO 500 verilerine göre, Ar-Ge yapan firma sayısı 2018’den bu yana artmıyor; yaklaşık 265 firmada sabit kaldı. Bu durum, Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşlarında bile yenilik ve teknoloji geliştirme çabasının durağanlaştığını gösteriyor.
Yüksek teknolojili üretimin toplam içindeki payı yalnızca %7,4. Bu oran hem dünya ortalamasının hem de Türkiye’nin “milli teknoloji hamlesi” hedeflerinin oldukça gerisinde. Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranı %1,1 iken, AB’de bu oran %2,3’ü aşıyor.
Sanayi yatırımlarında yüksek teknoloji vurgusu yapılmasına rağmen, sahada firmalar belirsizlik ve faiz baskısı altında kısa vadeye odaklanıyor. Bürokratik engeller ve geciken teşvikler, Ar-Ge yatırımlarını caydırıyor. Türkiye, teknoloji üretmek yerine tüketen bir sanayi yapısına saplanma riskiyle karşı karşıya.
Güney Kore’de Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranı %4,5’i aşarken, Türkiye’nin %1,1’de kalması, uzun vadede teknoloji üretiminde geri kalmayı kaçınılmaz kılıyor. Bu fark, Türkiye’yi küresel katma değer zincirinde yalnızca bir montaj ekonomisi olmaya mahkûm edebilir.
Faiz Politikası: Nefes Alamayan Reel Sektör
2024-2025 döneminde TCMB’nin politika faizini F'da tutması, reel sektör için adeta oksijensiz tırmanışa dönüştü. Bu oran, ticari kredi faizlerini `-70 bandına, rotatif ve KMH türü kısa vadeli kredileri ise 0’e yaklaştırdı. Firmalar artık sadece üretim değil, hayatta kalma mücadelesi veriyor.
Bu krediler çoğunlukla 90 günde bir hem faiz hem anapara ödemesi gerektiriyor. Bu da şirketleri sürekli bir nakit krizine mahkûm ediyor. Yatırım yapmak, ihracatı artırmak ya da kapasite büyütmek gibi stratejik hedefler rüyaya dönüşüyor; tek gerçek, bir sonraki kredi taksitini ödeyebilmek.
Özellikle KOBİ’ler, kısa vadeli ve yüksek faizli borç yüküyle çifte eziliyor. Artan enerji, işçilik ve girdi maliyetleriyle birleşince, faiz gideri kârın önüne geçiyor. Şirketler üretmekten değil, borç çevirmekten ibaret bir düzene mahkûm ediliyor.
2024’te bir otomotiv yan sanayi firması 5 milyon TL faiz öderken, yıl sonu net kârı sadece 200 bin TL oldu. Yani kazancının ’sı........© Habererk
