Samsatlı Lukianos…
Adıyaman’ın 50 km güneyinde Samsat adında şirin bir ilçe vardır.
Kadim tarihi çok eskilere uzanan Samsat, Milattan sonraki ilk yüzyılda Komagene Krallığına bağlıyken daha sonra Romanın kontrolüne girer. 125 yılında burada doğan Samsatlı Lukianos, o dönemin en önemli filozoflarından ve hiciv yazarlarından biridir. 80 civarında eser yazdığı tespit edilmiş, eserlerinden bazıları günümüze kadar ulaşmıştır.
Son yıllarda ülkemizde de basılan kitaplarından en bilineni “Dalkavukname” adını taşır.
Kitapta “Dalkavuk” adındaki kahramanının dilinden dalkavukluğun önemi ve incelikleri anlatılır. Ne felsefecilerin ne de sıradan insanların dalkavukların kıymetini bilemeyecekleri, bu kıymetin ancak makam, mevki, ikbal ve itibar sahibi insanlar tarafından bilindiği söylenir.
Yazara göre insanlık erdemini yok sayarak, onurunu bir ücret karşılığı menfaate tahvil eden Dalkavuk, hakikatin yerine makam, servet ve gücü koyan bir kişiliktir. Makam ve güç sahipleri değiştikçe Dalkavuk’un efendisi de değişmektedir. Bu yüzden Dalkavuk’un hayatı insansız bir hayattır.
Samsatlı Lukianos’un iki bin yıl önce kitabını yazdığı dalkavukluk, insanla birlikte var olan, doğudan batıya bütün kültürlerde rastlanan bir kavramdır. Batı da daha çok “soytarı” tabiri kullanılmış, Ortaçağ İngiltere’sinin ünlü Kralı 8. Henry’nin soytarısı Hommers ile maceraları filmlere, oyunlara konu olmuştur. Shakespeare’in “Kral Lear” oyunundaki en önemli rollerden biri soytarıya aittir. Rönesans döneminin İtalya’sında şöhret sahibi soytarılara sahip olmanın itibar göstergesi olduğu söylenir. Prensler, soytarılarını hediye paketi misali komşu şatolara gönderir, bir soytarıya bile sahip olamayan zengin komşularına hava atarlarmış. 15. Yüzyıl başlarında Meksika kralı Montezuma da derin felsefi tartışmaların ortasına soytarılarını salar, onların şaklabanlıklarıyla ortamın rahatlamasını sağlarmış.
Doğudaki dalkavuğun, batıdaki soytarının Japonya’daki karşılığı “taykomoçi”dir. Çay servisi ile birlikte huzura giren “taykomoçi”ler, şiir ve müzikten anladıkları gibi çeşitli maskaralıklar yapar, kılıktan kılığa, şekilden şekle girerek çalışmaktan yorulan efendilerini eğlendirirlermiş.
Tarihin akışı gösteriyor ki; krallardan sultanlara devletin sahibi durumundaki kişiler, konumları gereği herkesle sohbet edip kafa dağıtamadıkları için sinirli veya gergin olduklarında kendilerini güldürecek, eğlendirecek, stres ve üzüntülerini alacak, her yaptıklarını takdir edip, kararlarını övecek, anlattıkları veya yaptıklarıyla yeri geldiğinde düşünmeye sevk edecek birinin varlığına ihtiyaç duymuş, bu ihtiyacı dalkavuklarla gidermişlerdir.
Sarayda dalkavuk bulundurma geleneği eski Mısır’da Beşinci Sülâle zamanına kadar uzanır. Firavunların mezarlarındaki resimlerde onları eğlendiren cüce dalkavukların olduğu görülür. Bu gelenek zamanla yayılmış, Abbasilerden itibaren İslam dünyasına da geçmiştir. Abbasi Halifesi Harun Reşit’in yanında iki dalkavuk bulundurduğu bilinmektedir. Dalkavukların sarayda kadrolu istihdamı ise Halife Mütevekkil zamanında olmuştur.
Dalkavukluğu Osmanlı sarayına taşıyan ilk padişah Yıldırım Beyazıt’tır. Kaynaklar, “Mashara Arap” isimli Habeş asıllı bir dalkavuğun Padişah tarafından çok sevildiğini, kararlarında etkili olduğunu söylerler. Bu etkiyi göstermek için de bir olaydan bahsederler.
Bazı kadıların rüşvet aldıkları yönünde şikâyetlerin arttığı, Yıldırım Beyazıt’ın kulağına kadar geldiği günlerdir. Buna çok sinirlenen Sultan Beyazıt, Veziriazam Ali Paşayı çağırır. Rüşvetçi kadıları toplamasını, Yenişehir’de bir eve hapsetmesini ve onlar içerideyken evi ateşe vermesini emreder.
Padişahın öfkesi ve kararlılığı karşısında söyleyecek söz bulamayan Ali Paşa, kadıları kurtarmak için Dalkavuk Mashara’nın yanına gider. Kararın yumuşatılmasında yardımını ister. Kadılık ücretlerinin az........
© Haber7
