menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İngiltere’nin hilafet ve büyük Arap devleti vaadi ve Suriye soruları

8 5
06.01.2025

Yıllar önce Cezayir Bağımsızlık Savaşının lider kadrosundan Ahmet Bin Bella’nın arkadaşlarından, dönemin de içişleri bakanının nükteli bir iğneleme cümlesini kendi kulaklarımla duymuştum. “Bizim ülkemizin sorunlarını -ki bu sorunlar bugünkü sorunlarımızın gelişme aşamasında olduğu formdaydı o yıllarda- nasıl bu kadar en ince ayrıntısına kadar bilebiliyorsunuz” sorusuna şöyle cevap vermişti:

“Ben ülkemin hatta bakanlığımın sorunlarını başka ülkelerin sorunlarını takip ederek hafifletiyorum!”.

Aradan yıllar geçti, kısacık boyu, ateşli gözleri, harici iltifatların avucuna düşmeyen bu sert Bakanı hiç unutmadım.

Nerden bilebilirdim ki bir gün ben de böyle bir yolu tercih edecektim.

Bugün ben de o Cezayirli bakan gibi başka bir tarihte ve başka bir coğrafyada, -o tarihlerde kısmen de bizim hakimiyetimizde görünse de büyük ölçüde özerk olan uçsuz bucaksız Arap çöllerinde, Mekke ve Medine gibi en mukaddes mekanlarda, Levant şehirlerinde yaşanmış Büyük İngiliz Vaatlerinin yeşerttiği Büyük Arap İmparatorluğu ve Halifeliği hayallerini paylaşacağım. Bizim de canımızı çok acıtan bu olaylar üzerine taraflar daha çok duygusal ve tek taraflı siyasi yaklaşımlar geliştirmişlerdir. Bunun tabii sonucu da ana oyun kurucuyu (İngiltere) hep dışarıda tutarak, İsyancı kabileler ve isyanla mücadele eden güçler kıyasıya birbirlerini travmatik etkiler doğuracak şekilde eleştirmişlerdir.

Dilerseniz dönemin yeni sınırlar ortaya çıkaran olaylarına bir göz atalım.

Bizde Arap İsyanları denildiğinde genellikle Hicaz Emiri Şerif Hüseyin'in ihanet ve isyanı kastedilir. Ancak, şunu bilmekte yarar vardır ki, bölgede İstanbul otoritesi uzun zamandan beri etkin değildir. Mesela 1811- 1818 arası Arap yarımadasındaki Vahhabi isyanlarını Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın kuvvetleri bastırmıştır. Yani genel olarak başka Arap kabileleri ve bölgeleri de kopmuş ya da isyan halindedir.

Osmanlı İdaresi bölgede oldukça zayıflamış bir konfederal idare gibidir. Olayın şeklini değiştiren asıl etken ise bölgeye yönelik İngiltere, Fransa ve hatta yeni bir güç olan ABD gibi Batılı güçlerin müdahale ve etkileridir. Şunu ifade edelim ki, Batılı güçlerin bölgeye müdahalelerin amaçları bölgeyle sınırlı değildir. Dünyayı küresel bütünlük içinde görüp, stratejik yerler ve güzergahlar inşa eden bu güçler için bölge ekonomik, askeri ve siyasi denklemde bir unsurdur. Diğer yandan, Batılı güçler bölgede sadece hard power ile değil soft power ile de varlık göstermektedirler.

Amerikan, İngiliz, Fransız, Avusturya, vb. ülkelerin Misyoner okulları, Batıya eğitime giden Arap gençleri Batının metropollerinde üreyen yeni İdeolojiler ile bölge ilmik ilmik örülmektedir. Esasen Osmanlı padişahı ve şehirleri de bu küresel dalgadan esaslı bir şekilde etkilenmektedir. Diğer yandan, bölgenin Akdeniz ve Hint Okyanusu, Körfez ve Kızıldeniz kenarında yer alan şehirleri artık Batı ekonomik ve ticari gücünün yerel birimlerine dönüşmüştür.

Bu şartlarda önce Abdülhamid tarafından geleneksel yollarla bölge payitahta bağlanmak istenmiştir. Bu çerçevede, Hicaz Emiri Şerif Hüseyin, II. Abdülhamid'in iktidarı sırasında sakıncalı görülerek İstanbul'da tutulmuş ve Şura-yı Devlet üyesi olmuştur. Bir nevi Kuzey Afrika'daki tarikat liderlerinin elde tutulması, Kürt aşiret liderlerinin çocuklarının İstanbul'da eğitilmesi projesinin bir benzeridir. Ancak, Devletin çözüm setinde temel eksiklikler vardır: Tüm İmparatorluğu kucaklayarak bir ortak kimlik ve kültür gücü; bölgeyi kendisine daha elverişli (Tercih edilebilir) ekonomik koşullarda entegre edecek bir ekonomik güç ve makine gücü; dinamik küresel güçleri alt edecek bir askeri güç. Ayrıca bizatihi devlet kurumları ve kadrolarında ciddi sorunlar bulunmaktadır.

Bu durumda, kabul edilen her tür devlet tasarrufu satıhta kalmış, bölgede derinliğine bir etki ve kalıcı sonuç........

© Haber7


Get it on Google Play