Güçler, büyük dönüşümler, tarihi malzemeler ve düşünceler
Gazali’nin ilginç bir tespiti var: “Tarih okumak aklı ziyadeleştirir, yani artırır” diyor. Gerek bazı dönemlerin insan ömründen uzun sürmesi gerek insan zekasının içinde yaşadığı dünyanın sınırları dışına çıkamaması gibi nedenlerle yaşanılan çağın doğrusal ilerleyen zaman şeridinde son ve değişmeyecek çağ olarak algılanması bir idrak ve akıl yanılsamasını tahrik etmektedir. Bunun ne anlama geldiğini anlamaya çalışırsak en temel sorunlar rasyonel ölçme ve kıyaslama alanında ortaya çıkmaktadır. Mesela sadece zamanın ölçülerine göre tek yönlü değerlendirilen ülkelerin gücü, gelişmişlik düzeyi, savaş basıncına dayanabilme kapasitesi, diğer ülkelere göre pozisyonu gibi konuların bir kısmı göz ardı edilmektedir. Tarihi birikim ve zenginlik bizatihi teknik araçlar sağlamasa da idrak ve analiz setlerini kullanma fikrini, temayülünü ve iradesini uyandırmaktadır.
Özellikle rasyonalitenin ortadan kalktığı dönemlerde zaten zaman şeridinde büyük uçurumlar oluşmaktadır. Yani bu dönemlerin yapılarında (devlet, örgüt, toplum, vb) sadece bugün vardır yaratıcı gücün rahmi olarak. Bir de söz konusu yazıların ideolojilerine göre zamanın derinliklerinde herhangi bir dönemin kesiti veya kahramanları vardır. Mesela Nazilerin mistik ilham aldığı kahramanlar profangermanik tanrılar ya da kahramanlardır. Himmler her yıl mağarada inzivaya katılır, eski germanik tanrılarla halvet olurdu, kendini yenilerdi. Bu yüzdendir ki, Nazi Partisinin yükseldiği yıllarda (sanırım 1936) Hitler için savaş raporu hazırlayan korgeneral Thomas George’un raporu hiç dikkate alınmamıştı. Çünkü Thomas George raporunda “Eğer Almanya savaşa girerse (Yapma kararı alırsa) en fazla altı (6) aylık lojistik kaynağımız (Özellikle petrol) var” demekteydi. Bu teknik ve rasyonel tespitler dönemin arkaik Germen tanrıları ile yatıp kalkan Nazi şefleri için değersizdi, rahatsız ediciydi. Zamanın rasyonel şeridini kapsıyordu. Halbuki yönetim eliti bütünüyle ebedi bir zamana hükmediyorlar, yakın geçmiş yakın gelecek içinde var olan verilerden kendilerini azade sayıyorlardı.
Halbuki tarih yapılırken gerçek güç unsurları, ülkelerin ekonomik performansları, askeri tahrip kapasiteleri dikkate alınır. Hamaset sonrasında inşa edilir. Keza savaşlar sonrası anlaşma/ uzlaşma süreçleri sembolleştirilmiş suçlular, eylemler ve yeni dünya söylemleri araçsallaştırılarak yürütülür. Mesela gerçek savaş modelini bilenler açısından 2. Dünya Savaşı öncesinde Almanya savunma sanayii Almanya’nın imzaladığı uluslararası anlaşmalara aykırı biçimde geliştirilirken ve takiben “Lebensraum” (“Alman sanayii için” Hayat alanı) hedeflenerek işgallere girişilirken Alman kapitalistlerinin büyük desteği vardır. Hatta H. Ford savaşın ortasına kadar Alman kapitalistleri ile işbirliği halindedir. Kaldı ki 1929 Buhranı sonrasında 1933’te iktidara gelen Hitler için savunma sanayii hamlesi Almanya’yı ayağa kaldıracak bir hamledir. Kapitalizmin üretim çarkları savaş platformları ve silahları için dönmeye başladığında hem işsiz toplum için istihdam sağlanmış hem de askeri güç bir anda Avrupa’daki rakiplerinin çok üzerine çıkmıştır. Zaten Hitler savaşı insani ilerlemenin bir aracı kabul ediyordu. Ancak, bu istihdamın refah getiren bir istihdam olmadığı açıktır. İşçilerin aldığı pay artmıştır ama çalışma saatleri de anormal artmıştır. Ayrıca, savaş sanayiine odaklanma diğer alanlarda bazı yoksunluklar doğurmuştur. Bu savaş makinesinin finansmanını diğer ülkeleri fethedip ganimetlerle sağlamayı amaçlayan Nazi gücü bunda yanılmıştır. İlk yıllardaki fetihlerde yağmalanan servetler beklentinin çok altında kalmıştır. Anlaşılıyor ki, savaş için öncelikle kendi finansman gücüne güvenmelisiniz. Savaş üretimi için Ordu büyük bir merkezi yer kazanmış, özellikle büyük karteller desteklenmiştir. Bu da Almanya’da muazzam bir savunma sanayii kompleksi oluşturmuştur. Ancak, bu muazzam altyapı savaş sonrası suçluların belirlenmesi, toplumların rehabilite edilmesinde, vs çok söz konusu edilmemiş, Hitler ve Nazi elitleri seçilmiş düşman, karşı taraftan da müttefiklerin siyasetçi ve askeri liderleri kahraman ilan edilmişlerdir. Her zaman ifade ettiğimiz gibi 2. Dünya Savaşı bir makineler savaşıdır. Kaybettiğiniz makinenin yerine yenilerini koyabiliyorsanız, savaş platformlarınızı uzun süreli ve çok cepheli savaşlarda işletebiliyorsanız, müttefik ağınız güçlü ve finansman altyapınız özkaynak ve borçlanma kabiliyeti bakımından üstün ise savaşı kazanabilirsiniz. Tersine bir durum olduğunda da kaybedersiniz. Bizde ne yazık ki savaşın finansmanı ve teknolojik veçhesi az işlenmiş, düşüncelerde az yer edinmiştir. Daha önceki yazılarımızda buna dair çok fazla örnek vardır.
Diğer yandan, 2. Dünya Savaşında savunma sanayii üretim gücü ve kapasitesi üzerinde çok durulmuştur. 1900'lerin hemen başında üretim bandına geçen H. Ford ve diğer Amerikan kapitalistleri milyonlarca savaş aracı ve silahını üretmişlerdir. Almanya’nın mühendislik/ ustalık kalitesine dayalı geleneksel üretim sisteminin üretim bandı ile mücadele etmesi mümkün değildir. Nitekim savaş makinesi ve teknolojik üstünlük özellikle savaşın sonuna doğru karşı konulamaz hale gelmiştir.
2. Dünya Savaşı sonrası kurulan yeni dünya düzeninde hiç kuşkusuz yukarıdaki pariteler/ göstergeler artık savaş yapmadan anlaşılabilecek nitelik kazanmıştır.
Nitekim 1949 yılında SSCB’nin atom bombasını yapması ile yeni dünya düzeninin kutupları oluşmaya başlamıştır. Savaşın lojistik desteğe ihtiyaç duyan müttefiki atom bombası yapmayı başararak seviye atlamıştır. SSCB’nin bu gücünü ABD teyit etmiştir. Zira bombanın gücünü Japonya üzerinde test etmiştir. Aynı şekilde Sputnik uydusunun ve daha sonra da Gagarin’in ABD’den önce uzaya gönderilmesi ABD üzerinde adeta bir sendrom yaratmıştır (Sputnik Sendromu). Ancak somut pariteler/ göstergelere........
© Haber7
