menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Büyük Gücün Hanesinde Neler Oluyor?

11 1
01.09.2025

Bu köşede uzun zamandır güç odağı olarak devletler, devletler arası ilişkiler, büyük güçler ve politikaları gibi tarihi ve güncel değerlendirmelere yer verdik. Hatta Türkiye'nin bir dönem küresel güç olmaya ivmelenmiş orta ölçekli bir güç olduğundan bahsettik. Bu yazıların benzerlerini bu konularda çalışırken de gördük.

Devlet ve toplum olarak aşırı bir şekilde politik konulara ve güç çatışmalarına odaklandığımız tespiti doğru bir tespittir. Bu yaklaşımı doğuran diş sebepler ve olayların olduğunu da kabul etmeliyiz. Zira sadece Türkiye için değil, hatta Türkiye’den önce genel küresel sistem için taşların yerinden oynadığı, dengelerin değiştiği, dikkatlerin güç çatışmalarına odaklandığı, harici karşı savunmanın içteki olay ve olgulardan daha fazla önem kazandığı bir dönemde yaşamaktayız. Dolayısıyla günümüzün düzenlemeleri ve uygulamaları savaş dönemlerinin yaklaşımlarının etkisi altındadırlar. Bir kısmı propagandif niteliktedir. Savunma ve güç dengelerini yönetme amaçları daha belirgindir. Siyasi konsept sosyal konseptten önce gelmektedir. Bu şekilde küresel ve bölgesel güç odaklarına karşı mücadele verdiğimiz, hatta zamanın güçleri arasında bir büyük güç haline geleceğimiz/ geldiğimiz ifade edilmektedir.

Dönemsel olarak Amerika mahreçli bazı raporlarda Türkiye’nin övülmesi göğsümüzü kabartmaktadır. Bugünkü yazıda büyüyen gücün bünyesi, büyüyen gücün hem üzerine istinat ettiği zemin hem de koruduğu değer olan toplum yapımıza dair hepimizin de bir şekilde gördüğü tespitleri paylaşacağım. Her büyük güç sağlam ve büyüklüğü içselleştirmiş sağlıklı bir beşeri zemin üzerinde yükselir demiştik. Bu beşeri zemin büyük güç olmaya giden bir toplum ve devletin bütün diğer
unsurlarını beslemektedir. Devlette yansımasını beklediğimiz ve savunduğumuz birçok
kurumun ilk nüvesi ve vasatı önce beşeri zeminde yeşermektedir. Toplumsal sistemde
değer olarak ifade ettiğimiz sosyal nizamın kuralları devlette somutlaşarak kurumsal
yapılara dönüşmektedirler. Mesela toplumsal ilişkilerde önemli bir değer olan hak
yememe, haram maldan kaçınma, adil olma gibi değerler devlette adalet sistemi olarak
kurumsallaşmaktadır. Sosyal yaşamda var olan güvenli ilişkiler yani herkesin birbirinin
elinden, dilinden emin olduğu ortam devlette güvenlik kurumlarının gözettiği sağlıklı
ortamlara dönüşmektedir. Toplum sağlığı bir anlamda devletin tamamen sağlıklı bir beşeri zemine sahip olması demektir. Toplumsal değerlerin ve algıların anlamı, gücü ve etkisi sağlıklı bir devlet bünyesinin oluşmasını sağlarlar. Toplumsal değerler ile devletin bünyesi arasında doğrusal bir ilişki olduğu açıktır. Hepimizin bildiği hadisi şerifi hatırlayalım: “Nasılsanız öyle idare edilirsiniz!” Bu hadisi şerif sağlıklı ve erdemli bireylerden oluşan toplum ile sağlıklı kurumlara ve uygulamalara sahip devlet arasındaki doğrusal ilişkiyi göstermektedir. Bu hadisi şerifi mefhum-u muhalifi ile idrak edersek sağlıklı olmayan bir toplum bünyesi iyi idarecileri kusar. Dışarı atar.

19. ve 20. Yüzyılların küresel çatışma ve savaş ortamı sosyal dokuların sağlıklı olmasını arka plana atmıştı. Sosyal ilişkilerin değerler merkezli tesis edilmesinin de çok önemsendiğini düşünmüyorum. Bu iki yüzyılda aslolan devlet yapılarının korunması, rakip güçlerle savaşta galibiyet ve rekabette üstünlüğün sağlanmasıydı. Ancak. Ne zaman ki savaşlar sona erdi, toplumlar kendi içlerinde kronik rahatsızlıkları ve sorunlarıyla karşı karşıya kaldılar, o zaman toplumsal değerler, ilişkiler ve toplumsal yapı önem kazandı.

Zira sorunlu ve hastalıklı bir toplumsal yapıda yaşamanın savaş ortamında yaşamak kadar ciddi riskleri içerdiğini söylemek abartılı olmayacaktır. Kapitalizmin aşırı geliştiği Amerika başlayan ekonomik suçların gelişimi dönemin yönetiminin gözünde savaş kadar ciddi riskler içermekteydi. Nitekim sistem tekelleşmeyi anti-tröst yasalarıyla engellemiş; kriminal düzeye gelmiş ekonomik suçlarla mücadele edecek özel eğitimli yargı ve polis kadroları ihdas etmiştir. Ancak, özellikle şehirleşmenin büyük sorunları, toplumsal yapının ciddi krizleriyle 2. Dünya Savaşından sonra karşılaşmıştır. Bu krizler ve sorunlar genel olarak dil, din ve özellikle renk üzerine dayanan ayrımcılık ve bundan kaynaklanan çatışmalar ortaya çıkmıştır. Daha sonra da şehirlerin labirentlerinde ve açık kamusal alanlarında önce medeni olmayan davranışlar ile başlayan ve sonra da küçük ve orta düzey suçluluğun ve şiddetin kusursuz örnekleri görülmeye başlanmıştır.

Küçük ve Orta Düzey Suçluluk ve Etkileri
Küçük ve orta düzey suçluluk mücadele edilmesi zor bir olgu olarak gelişmeye başlamıştır. Mücadele zordur; zira güvenlik güçleri, idari sorumlular, toplumun nispeten büyük imkana sahip kesimleri için suç sayılmazlar. Bu saydığım kesimlere zarar veremezler, onlar nispeten steril bir ortamda yaşamaktadırlar. Bu suçlar anonimliğin kolay olduğu şehirlerde, kamuya açık alanlarda, kırılgan toplumun yaşadığı yerlerde (Okullar, bakımevleri, fabrikalar, elverişsiz mahalleler, toplu taşıma araçları, vb) önce tekil daha sonra da yaygın işlenmeye başlanırlar. Daha sonra bu suçlar nedeniyle yaşadığınız yerlerde seyahat kısıtlılığı uygulanmaya başlanır. Bunun sonraki aşamaları içinde artık tamamen bir suç ve şiddet ikliminin oluşması, özellikle savunmasız bireylerin aşırı bir şekilde küçük ve orta düzey şiddete/ suçluluğa maruz kalmaları, canları gibi mallarının, evlerinin ve araçlarının her an tahrip edilme, gasp edilme, vb riskler altında olmasıdır. Artık o düzeye geldiğinde güvenlik güçlerinin bile müdahale edememeleri söz konusudur.
Muhtelif çalışmalarımızda da belirtildiği üzere bu tarz suçluluk ve şiddet örgütlü veya
geleneksel suçlardan farklıdır.

Örgütlü suçlar veya ideolojik motivasyonlu suçların soruşturulması, önlenmesi ve cezalandırılması görece........

© Haber7