menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bugünlerin tarihini nasıl yazacaklar?

9 1
14.04.2025

-Küresel Çatışma ve Suriye İzdüşümü-

Tarih okumaları iyi bir devlet adamı siyasetçi, strateji ustası komutan, insan yetiştiren beyin yapıcı bilge, güç tasarımcısı danışman, vb için elzemdir. Elbette ki tek başına yeterli değildir, ama diğer temel bilimler ve yardımcı disiplinler yanında mutlaka anlamak için okunmalıdır. Tarihi özellikle iktidar sahipleri yazdığı için ideolojik bir tarafı da vardır. Yazımında tarafgirlik de söz konusudur. Gerçeği arayan bir meraklı için bu tarz zırhlar parçalanabilir, öz ve gerçek ortaya çıkarılabilir. Yeter ki okuyucuda gerçeği aramak temel motivasyon olsun. Öyle ki, geçmişin tarihini okurken, acaba bugünün tarihi yazılsa nasıl yazılırdı diye tersine mühendislik yapabilsin. Ancak nihai aşamada arzu edilen, geçmişteki olaylar ve kişilerle bugünün arasında kurulan yaşamsal ilişkinin anlamlı bir bir bütünlük oluşturabilmesidir. Yoksa tarih bir teselli pınarı olmadığı gibi gerçekdışı hurafelerin, efsanelerin yatağı da değildir.

Niçin bu tarih yazımı meselesine tekrar döndüm? Çünkü, tarihi çağları daha kısa zaman aralıklarında yaşadık/ ve yaşıyoruz bugün. Tarihi süreçte bir yüzyıl/ çağ ortalama 100 yıldan oluşmaktadır, ancak özellikle son iki yüzyılda tarihi çağların değişimleri güçlü ve derindendir ama içerdikleri zaman aralığı sürekli kısalmıştır. Mesela 1950’de başlayan Bilgi Çağı 1990’da sona ermiştir. 1990’da başlayan internet çağı 2000’li yılların başında bir başka internet çağına dönüşmüştür. 2000’den sonra ise yeni çağ ancak 10 yıl içinde devrini tamamlamıştır. Şu an zamansal olarak 21. Yüzyıldayız, milenyumun ilk yüzyılındayız; ama daha ilk 25 yılda neredeyse üç ayrı çağı yaşadık.

Bu gelişmelere paralel olarak, dünyadaki güç değişimleri de daha kısa aralıklar içinde gerçekleşmektedir. Mesela bizim haberdar olmadığımız, Eski Batıya meydan okuyan Amerikan çağı 19. Yüzyılda tamamlanmış, takiben de Komodor Perry işgaliyle Uzakdoğu’da ilk defa Batıya meydan okuyan bir güç çıkmıştır: Japon İmparatorluğu. Bu öyle bir güçtür ki, neredeyse yarım yüzyıl, Amerika Çin’in büyük parçalar halinde bu güç tarafından koparılmaması için mücadele edecektir. Nihayet bu güç ile ABD okyanusyada tarihin en büyük deniz savaşlarını yapacak, nihayet atom bombası kullanarak teslim alabilecektir. Ancak, bu da yetmeyecektir, Japon gücü tekrar teslim alınan Alman gücü gibi kısa sürede ayağa kalkacak, özellikle ABD’yi ve dünyanın bazı ülkelerini finans gücü ve yeni elektronik ve otomotiv üretimiyle işgale kadir hale gelecektir. Dönemin SSCB gücünü de dengelemek için ABD Çin ile özel bir destek ilişkisi geliştirecektir. Ancak, Japon ve Alman (Batı Avrupa) gücünü dengelemek için 20. Yüzyıl içinde ikinci bir küresel dizayna yol açan işgallere (Özellikle Irak’ın işgali) girişecektir. Ancak bu kez de çağ Çin gücü için farklı akacaktır zaman itibariyle. 1990’larda atağa kalkan Çin üretim gücü 2000’li yılların başında bölgesel güç, 2008 sonrası ise küresel güç seviyesine çıkıverecektir. Bugün ise ABD karşısında tarihin en özgün meydan okuyucu birinci gücüdür. Son yüzyılda yaşadığımız bu büyük güç dönüşümlerini Avrupalı kadim güçlerin öngörememiş olması garip değil midir? Büyük Çin uzmanları çıkaran Fransa hikayeyi hep yakın gelecekte Çin uyanacak diye tasarlamış, ama bu kadarını da hesap edememiştir. Üzerinde hala güneşin batmadığı Britanya İmparatorluğu da tarihin bu büyük dönüşümünü hesaplayamamıştır. Halbuki daha 19. Yüzyılda ABD ve Rus İmparatorluklarının Büyük Britanya’yı geçeceklerini İngiliz devlet aklı kavramıştı. Ama kocaman cüssesi olan ve sessiz ilerleyen Çin’i onlar da fark etmemişlerdi. 1990’lı yıllara kadar Çin küresel sermayenin çatışma alanı, çıkar alanı idi. Özgün bir gücün doğuşu ile ilgilenmiyorlardı. Bugün ise ilgilenmek için çok geç!

O kadar geç ki, ABD için bir üçüncü Japonya sendromu diyebiliriz. Meiji Restorasyonundan 1945’e kadar olan dönemde yükselen Japon militarizmi ve kapitalist yayılmacılığı Okyanusya savaşı ile 1990’larda zirveye ulaşan Japon elektronik ve otomotiv sektörü ve finansal yayılmacılığı da Körfez Savaşını da içeren bir dizi sert tedbirler ile önlenmişti. Uzakdoğu’daki Çin’in sıradışı yükselişi de süratle ekonomi dışı bir yöntemi adeta zorunlu kılmaktadır. Gümrük tarifelerinin yükseltilmesi, ambargolar, vs 1. ve 2. Dünya Savaşları öncesi ekonomik savaş düzenlemelerine çok benzemektedir. Bu tedbirlerin taraflardan biri tarafından dayanılmaz hal alması durumunda savaş kaçınılmaz olacaktır.

Tarihi Tecrübeler Işığında Savaş

Tarihi tecrübeler ışığında savaş dediğimizde neyi kastettiğimizi berraklaştırmak gerekmektedir. Öncelikle şunu ifade edelim, her iki küresel savaş da bize şunu göstermiştir: Küresel savaşlarda en azından iki sınıf devletler vardır: Savaş yapma kararı alan ve savaşı yürüten birinci sınıf devletler ve onlara tabi olarak savaşa iradesiyle veya gayri iradi olarak savaşa katılan ikinci ya da üçüncü sınıf devletler. Şu iyi bilinir ki, birinci sınıf devletler savaşa karar verdikten sonra tam varoluşsal anlamda bir savaş yürütürler. Yani, bu devletler işgal edilirse onları ancak kendi öz varlıkları, öz milletleri, öz yönetimleri kurtarabilir. Yabancı veya müttefik devletlerden destek alabilirler ama nihai zaferi kendi iradeleri ile kazanırlar. Buna verebileceğimiz muhtelif örnekler vardır. 2. Dünya Savaşında SSCB bu türden bir büyük devlettir. Savaş sırasında ABD ve İngiliz yardımına rağmen Sovyet İmparatorluğu organizasyonunda savaşa sürdüğü milyonlarca insanın kanı pahasına savaşı bizatihi kendisi sonlandırmıştır. Bu noktada Leningrad ve Stalingrad savunmalarını özellikle zikretmek istiyorum. Bir gücün ontolojik hayat mücadelesi ancak bu şekilde olabilir. Hatta savaş sonrası ABD imparatorluğunun atom teknolojisiyle arayı açma ihtimalini beş yıl sonra çalarak geliştirerek ortaya koyduğu nükleer başarıyla sonlandırmıştır. Bunları yaparken bir diğer gücün asli katkı sahibi olmasını beklememiştir. Diğer örnek İngiltere’dir. Nazi Hava Kuvvetleri Luftwaffe’nin uzun süren hava saldırılarına karşı iradesini koruyarak, gündüz tahrip edilen binaları gece tamir ederek, bütün Londra sakinlerini savaş için organize ederek savaşma iradesini canlı tutmuştur. Diğer örnek 2. Dünya Savaşında en fazla kayıp veren Çin’dir. 35 milyon insanını kaybeden ve bütün gelişmiş ve hammadde bölgeleri işgal edilen Çin Japon Savaş makinesinin katliamları ile biçilmiş ama iradesinin kırılmasına izin vermemiş, Japonya ile barış antlaşması imzalamamıştır. Bunu Cannae’da Roma Ordusunu adeta kılıçtan geçiren (O güne kadarki en kalabalık Roma ordusu olan 76 bin kişilik Ordudan ancak 6 bin kişilik bir birlik kurtulabilmiştir) Hannibal’in barış teklifini Roma Senatosunun reddetmesi (MÖ 216) ile mukayese edebiliriz.

Savaş kararı alan ve savaş yapan birinci sınıf devletlerin güç mimarisi de incelenmeye değerdir. Bugün artık bilimsel çalışmalarla iyice belirginleşmiştir ki, ekonomik üretim kapasitesi (Buna kapitalist üretim altyapısı da deniliyor) ve ticari etkinlik düzeyi birinci sınıf devletlerin ana odağıdır. Ekonomik ve askeri gücün bedeni kurumlardır; aklı ise bilimsel gelişme ve inovatif kapasitedir. Bedenin ruhu ise toplumsal duygu ve psikolojik gerilimin inşasıdır; bu inşada bazen din, bazen ideoloji, bazen de modern sosyal değerler başat rol oynarlar. Ancak, birinci sınıf devletler açısından vazgeçilmez olan ekonomik üretim altyapısı ve ticari üstünlüktür. Siyasal inşa bunun üzerine yapılır. Ordu da buna göre şekillenir.

Savunma ve altyapı inovasyonu ile de rekabete, savaşa girilir.

Özellikle küresel ölçekli savaşlarda mutlaka ekonomik üretim altyapısı ile ekonomik ve askeri inovasyon yeteneği dikkate alınmalıdır. Buna henüz küresel algının oluşmadığı ya da daha sonraki dönemlerde de bölgesel gelişmelerin küresel etkiler doğurduğu tarihlerdeki bölgesel savaşlar da dahil edilmelidir. 1. Dünya Savaşı öncesi Büyük Britanya ve Hollanda tarafından yapılan iki büyük dünya savaşı provasının (1608- 1683) temelde bir üretim ve ticaret savaşı olduğunu görmek mümkündür. Üretim altyapısı kuramayan ve bir ticaret sistemi gerçekleştiremeyen İspanya ve Portekiz küresel güç mücadelesinden erken çekilmişlerdir.

Daha sonraki B. Britanya ve Fransız İmparatorluğu arasındaki küresel savaş provası da iki farklı üretim altyapısının........

© Haber7