menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yücel Çakmaklı'yı ağlatan sahne

24 0
26.08.2025

Yücel Çakmaklı, on altı yıl önce yine böyle bir ağustos ayında aramızdan ayrıldı. Vazifesini yerine getirmiş bir mümin olarak Rabbimize kavuştu.

Geçtiğimiz gün, vefatının sene-i devriyesi sebebiyle Kültür Bakanlığı’nın, doğup büyüdüğü şehrin Valiliği’nin ve ilgili bazı kurumların sayfalarına baktım; herhangi bir anma mesajı yayınlamadıklarını üzülerek gördüm.

Çakmaklı, sinemamıza millî kimlik ve şahsiyet kazandırmış, ömrünü adadığı milletinin vefasına fazlasıyla layık bir öncüdür.

Ne acıdır ki, böylesine büyük bir öncünün ismi hâlâ hiçbir mekânda yaşatılmamaktadır. Afyonkarahisar Valiliği ve Bolvadin Kaymakamlığı başta olmak üzere bütün ilgili kurumlar, bu ayıbı bir an önce sona erdirmelidir.

Vakit kaybetmeden bir okula, bir kütüphaneye, bir kültür merkezine veya şanına uygun başka bir yere Yücel Çakmaklı ismi verilmelidir. Sahi bugün verilmeyecekse, ne zaman verilecektir?

O isim sıradan bir isim değildir. Unutmamamız ve unutturmamamız gereken bir öncüdür Yücel Çakmaklı. Onun Türk sinemasındaki yerini ve verdiği mücadeleyi hatırlatmakta fayda vardır.

ÇIĞIR AÇTI

Sosyal ve kültürel bir başkaldırı olarak Millî Sinema akımını başlatan, filmleriyle derin izler bırakan usta yönetmen Yücel Çakmaklı, Türk sinemasında çığır açmıştır. Onun sineması yalnızca beyaz perdeye yansıyan hikâyelerden ibaret değildir; aynı zamanda bir milletin kendi kökleriyle yeniden buluşma çabasıdır.

Yeşilçam’ın kalıplaşmış ve çoğu zaman toplumun değerleriyle çatışan anlayışına karşı, yerli ve millî bir estetik inşa eden Çakmaklı, sanatını bir dava bilinciyle yoğurmuş, sinemayı adeta kültürel dirilişin aracı haline getirmiştir. Bu yönüyle o, sinemamızda sadece bir yönetmen değil, aynı zamanda bir fikir ve kimlik öncüsüdür.

Yola çıktığı dönemde Türk sineması, büyük ölçüde Amerikan kalıplarının ve Batı’daki sosyalist-realist anlayışın kopyalarının gölgesinde ilerliyordu. Filmler çoğu zaman kolaycı bir bakış açısıyla üretiliyor, din adamları yozlaşmış ve sahtekâr tipler olarak perdeye yansıtılıyordu.

Müslüman halk ise bu çarpık tasvirlere tepki gösteriyor, fakat kendisini sahici şekilde temsil eden filmleri göremediği için sinemadan uzak duruyordu.

Yücel Çakmaklı, sinemadan kaçmak yerine onu dönüştürmeyi seçti. “Bu kadar güçlü bir sanat varken, biz bu gücü kendi medeniyetimiz için kullanmalıyız.” diyerek millî ve manevî değerleri beyaz perdeye taşımanın hem mümkün hem de zaruri olduğunu gösterdi.

Onun sineması, milletin vicdanında karşılığı olan değerlerden doğdu. Çakmaklı, dinî ve manevî sembolleri çarpıtmadan, karikatürize etmeden, hayatın içindeki doğallıklarıyla yansıttı. Böylece seyirci, uzun süre kendini yabancı hissettiği beyaz perdede ilk kez kendi yaşantısıyla, kendi hikâyesiyle karşılaştı.

ÇOCUK ESİRGEME KURUMUNDAN YÖNETMEN KOLTUĞUNA

Dindar bir sülaleye, sufi bir aileye sahip olan Yücel Çakmaklı’nın hayatı da filmleri aratmayacak cinstendir. Babasının erken ölümü sonrası verildiği çocuk esirgeme kurumunda büyük rüyalar görür.

Bütün kariyer planını gönlünü kaptırdığı sinema üzerine yapar. Yönetmen koltuğuna oturuncaya kadar mesleğin bütün çilesini çeker. Bütün büyük adamlar gibi karşısına çıkan engellere takılıp yolundan vazgeçmez.

Her türlü zorluk ve yokluk onu pişirir, olgunlaştırır. Cenab-ı Allah, Afyonkarahisar’dan sahih niyetlerle yola çıkan yetim çocuğu........

© Haber7