Öğrenci, öğretmen, PDR ve aile ekseninde öğrenme ve öğrenci/sınıf modelleri
Kendi odalarında prens/prensesliğini ilan eden “biricik çocuklar” neden “biricik öğrencilere” dönüşemiyor?
T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü Sayın Doç. Dr. Mustafa Otrar ile Türkiye Ulusal Zeka Ölçeği’nden Türkiye’deki öğrenmeye, hastane sınıflarından adalet sistemi içerisindeki çocuklara, rehberlik hizmetlerinden özel eğitime, öğrenme psikolojisinden eğitim istatistiğine, liseli öğrencilerin şiddet algısından PDR’ye bir çok başlığı ele aldığımız keyifli ve öğretici bir söyleşiyi haber7.com okuyucuları için kaleme aldım. Keyifli okumalar diliyorum.
Türkiye’de ailelerin öğrenme sürecine etkileri ve çocuklara etkileri
Aile kavramı ülkemizin belki de “Anne” kavramından sonraki en sempatik ve en masum kelimelerinden birisi… Tabi ki “çocuk” kavramından sonra…
İşte bu haftaki yazımın, söyleşimin temelinde “çocuk” ve “aile” kavramları yatıyor… Çocuk anne ve babasının biriciği iken, evden çıkarken sadece defterini, kitabını almıyor aynı zamanda üzerine başka bir kimlik alarak ayrılıyor evden: “Öğrenci kimliği”…
Yani evin içerisinde “biricik” olan çocuk, evden çıkıp okuluna gidip, sınıfına girdiğinde “18 milyon öğenciden herhangi bir öğrenci” haline bürünüveriyor. Ve o andan itibaren evinde öğrenme iklimi en belirgin olan, evinde kütüphane olan, ailece okunan kitap sayısı fazla olan ailelerin çocukları okullarda, sınıflarda “sıradan”lıktan sıyrılıp “başarılı” öğrenci oluveriyorlar… Hem öğretmenlerinin gözünde, gönlünde hem de karnelerindeki notlarda nihayetinde LGS’lerde, YKS’lerde…
O halde günün sözü benden değerli okuyucularımıza gelsin: “Evlerindeki kütüphane büyüklüğü, televizyonlarının ekranından daha büyük olan ailelerin çocukları eğitim hayatında ve sınavlarda daha başarılı oluyor!”
Bugün değerli okuyucularımızı öncelikle bir öğretmen ile tanıştıracağım ve hem keyifli hem öğretici bir söyleşimize eşlik etmenizi isteyeceğim… Peki kim bu isim? Öncelikle öğretmen sonrasında ülkemizin en meşakkatli, en çok mesai harcayan bakanlıklarının başında yer alan Milli Eğitim Bakanlığı’nın çok önemli biriminin başındaki değerli bir ismi, Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü Sayın Doç. Dr. Mustafa Otrar…
Sayın Otrar, bugünkü buluşmamızın geri planında öncelikle alanınızın “eğitimin mutfak kısmı olan” PDR olması şüphesiz ki öne çıkıyor. Hal böyle olunca da kendimde eğitim adına, ülkemizin evlatları, aileleri adına, öğrenme adına sınırsız soru sorma açlığı hissediyorum…
SOSYAL VE DUYGUSAL ANLAMDA AKADEMİK ÖĞRENME
Öncelikle genel müdürlüğünüzün misyonunu incelediğimizde birinci misyon olarak: “Bireylerin sosyal duygusal, akademik ve kariyer gelişimlerini desteklemek amacıyla eğitim kurumları ile rehberlik ve araştırma merkezlerinde, rehberlik ve psikolojik danışma hizmetlerinin etkin bir şekilde sunulmasını sağlamak.” cümlesi yer alıyor. Bireyler, yani öğrenciler sosyal ve duygusal anlamda akademik öğrenmeyi başarabiliyorlar mı sizce?
Bu soru, eğitim sisteminin temel amaçlarından birine odaklanıyor. Öğrencilerin sosyal ve duygusal gelişimi, akademik başarıyı doğrudan etkileyen bir faktördür. Ancak, bu süreçte bazı zorluklar da yaşanabiliyor. Örneğin, öğrenciler sosyal becerilerini geliştirirken, duygusal olarak kendilerini ifade etme konusunda bazen eksiklikler yaşayabiliyorlar. Bu durum da akademik öğrenmeyi olumsuz etkileyebiliyor.
Genel müdürlük olarak, rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleriyle bu süreci desteklemeyi hedefliyoruz. Ancak, öğrencilerin sosyal ve duygusal gelişimleri yalnızca okul ortamıyla sınırlı değildir elbette. Aile içi iletişim, sosyal çevre ve bireysel farklılıklar da bu süreçte büyük rol oynar. Bunu da göz önünde bulundurmamız gerekir. Bu çok boyutlu etkileyici ve dinamik faktörler sebebi ile öğrencilerin hem sosyal ve duygusal alanlarını hem de akademik öğrenme süreçlerini güçlendirmeleri için kapsamlı bir destek sistemi gerektirmektedir. Okullar, aileler, akranlar ve toplumun diğer bileşenlerinin iş birliği içinde çalışması bu sürecin daha etkili olmasını sağlayabilir.
Genel Müdürlüğümüz bahsettiğim çok bileşenli yapının tüm unsurlarını gözeterek öğrencilerin sosyal, duygusal ve akademik becerilerini geliştirmek amacıyla kapsamlı çalışmalar yürütmektedir. Bu amaçlar için gerektiğinde uluslararası kuruluşlarla iş birliği içine de giriliyor. Biliyorsunuz özel çocuklarımız ve sığınmacı/mülteci durumda olan çocuklarımız da var. Geçici koruma statüsündeki öğrenciler de dâhil olmak üzere, tüm öğrencilerin bu becerilerini desteklemeye yönelik çeşitli farkındalık faaliyetleri gerçekleştiriyor ve günün koşullarına uygun özgün materyaller ve programlar hazırlıyoruz. Bu ürünlerin tamamına yakınının patent ve telifleri de tarafımıza ait. Yani tamamen kendi tasarımımız. Profesyonelliğimiz ve deneyimlerimizi ürettiğimiz ürünlerimize de yansıtıyoruz. Ekip olarak özgün ve üretici bir performans için tüm gücümüzle çabalıyoruz.
Mesela öğrencilerin iş birliği yapma, etkili öğrenme, toplumsal yaşam ve aile yaşamı gibi alanlarda yeterlilik kazanmalarını sağlayan sosyal duygusal beceri programları oluşturuldu. Bu programlar öğrencilerin bireysel farklılıklarını gözeterek hem sosyal ve duygusal gelişimlerinin güçlendirecek hem de akademik başarılarının olumlu yönde destekleyecek şekilde oluşturuldu.
Ayrıca, her kademeye özgü farkındalık kazandırma faaliyetleri düzenlendi; psikoeğitim ve bireysel müdahale programları geliştirildi. Rehber öğretmen/psikolojik danışmanlar için kuramsal bilgiler içeren kitaplar, okul öncesi ve ilkokul öğrencilerine oyun yoluyla sosyal duygusal beceriler kazandırmayı hedefleyen oyun ve hikâye kitapları hazırlandı. Hikâye kitapları hayal güçlerini de desteklediği için sosyal duygusal gelişimlerinde çok etkili olan materyaller. İçerikleri daha hızlı ve daha kalıcı şekilde içselleştiriyor çocuklar.
Öğrencilerin sosyal duygusal becerilerini dolaylı yoldan desteklemek amacıyla, öğretmenler için öğrenci temelli sosyal duygusal beceri programları ile ailelere yönelik kademelere göre farklılaşan programlar da geliştirildi. Bu programlar, rehber öğretmenler ve psikolojik danışmanlar tarafından uygulanıyor. Bunlara ek olarak, öğrencilere yönelik afişler, veli ve öğretmenlere yönelik bilgilendirici sunumlar ve broşürler de hazırlandı.
Tüm bu çalışmalarımızın amacı, Milli Eğitim Bakanımız Sayın Yusuf Tekin’in liderliğinde “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli çerçevesinde erdemli, değerlerini benimseyen ve köklerinden güç alarak geleceğe emin adımlarla yürüyen nesillerimizi yetiştirmek.” Geçici koruma statüsündeki öğrencilerimiz de dâhil olmak üzere, tüm öğrencilerin sosyal duygusal becerilerini desteklemek. Bu sayede, öğrencilerin hem sosyal hem de akademik başarılarını artırmak ve onlara hayat boyu kullanabilecekleri değerli kazanımlar elde etmelerini sağlamak.
TÜRKİYE’DE ÖZEL EĞİTİM
Genel müdürlüğünüzün misyonunu tamamlayan ikinci cümle ise “Özel eğitim ihtiyacı olan bireylerin erken tanılanarak ihtiyaçları, yeterlilikleri, ilgi ve yetenekleri doğrultusunda en az sınırlandırılmış ortamlarda sunulan eğitim öğretim hizmetleri ile bireylere bağımsız yaşam becerileri kazandırılarak toplumsal katılımı arttırmak.” cümlesi ile de öncelikle Milli Eğitim Bakanlığımızın ne kadar büyük bir aile olduğunu, hangi evlere, yüreklere dokunduğunu genel müdürlüğünüz aracılığı ile görmüş oluyoruz. Türkiye, özel eğitime ihtiyacı olan öğrencilere sunulan hizmetler bazında dünya ülkelerinin neresinde yer alıyor
Özel eğitim hizmetlerine yönelik uygulamaların ilk aşamasını “erken tanılama” olarak değerlendirebiliriz. Erken tanılama, çocukların özel gereksinimlerine yönelik ihtiyaçlarını bir an önce karşılayabilmek adına önemli. Ayrıca erken dönem müdahaleleri gelişimsel açıdan ileri yaşlarda yapılan müdahalelere göre çok daha büyük kazanımlara dönüşüyor. Gelişimin ilk yılları bizim kritik dönem dediğimiz zamanlar. Aynı desteği daha ileri yaşlarda versek bile bu dönemdeki kadar etkili olmuyor. Bu konuda benim mottom “ne kadar erken o kadar iyi” şeklinde… Bu sebeple erken müdahaleyi destekleyen birçok çalışma yapıyoruz. Mesela geliştirdiğimiz zekâ testi (TUZÖ) 3 yaştan itibaren zihinsel gelişim açısından tanılamada kullanılmaya başlanacak. Ülkemizde erken tanılama teşvik edilip desteklenmekle birlikte tanılama için bir yaş sınırlaması bulunmuyor. Sonuçta hepimiz potansiyel özel eğitim gruplarıyız. Yani tanı alan yetişkinler de özel eğitim ihtiyacı olan bireyler için mevcut düzenlemelerin birçoğundan faydalanabiliyorlar. Dünyanın eğitim açısından gelişmiş diğer ülkelerinde de benzer bir yol izleniyor. Yalnız şunu söylemem gerek; hem tür hem de miktar açısından bizim sunduğumuz özel eğitim desteklerini sunan bir başka ülke de görmedim açıkçası.
Dünyada olduğu gibi, ülkemizde de öğrencilerin özel eğitim ihtiyaçlarının belirlenmesinde yani tanılamada standartlaştırılmış değerlendirme araçları kullanılmaktadır. Ancak, kullandığımız bu araçların çoğu uzun zamandır yurt dışından ithal ediliyor. Söz konusu araçlar iyi araçlar tereddütsüz ancak satın alıyoruz sonuçta ve karşılığında da çok büyük meblağlar ödeniyor. Bu konuda kendi ölçme araçlarımızı üretme, kullanma ve hatta diğer ülkelerin kullanımına sunma yönünde önemli adımlar attık. Bunun en güncel örneklerinden birisi özel yetenekli bireylerin tanılanması için de kullanılacak olan TÜBİTAK Kamu Kurumları Araştırma ve Geliştirme Projelerini Destekleme Programı (KAMAG) kapsamında geliştirdiğimiz yapay zeka destekli ilk yerli ve millî zekâ testimiz Türk Ulusal Zekâ Ölçeği (TUZÖ) oldu. Bu vesileyle bu bu ölçeğin (TUZÖ) ortaya çıkmasında bizleri cesaretlendiren ve motivasyonumuzu arttıran Milli Eğitim Bakanımız Sayın Prof.Dr.Yusuf Tekin’e şükranlarımı sunuyorum. İlerleyen zamanda ülkemiz bu gibi değerlendirme testlerini geliştirerek satın alan değil üreten ve uygulayan bir konuma gelecek. Bu daha ilk. Peşi sıra yepyeni, özgün ve psikometrik olarak güçlü ölçme araçları da geliyor, bu seriyi sürdüreceğiz inşallah.
Ülkemiz eğitsel değerlendirme ve tanılama konusunda standart bir ölçüt yapısına sahip; yani eğitsel değerlendirme ve tanılamalar ülke genelinde aynı kriterler kullanılarak yapılıyor. Buna karşılık, Amerika ya da Almanya gibi federal bir eğitim sistemi benimsenen ülkelerde her eyalet kendi kriterlerini ve standartlarını belirliyor. Bu nedenle, bir çocuk farklı bir eyalete taşındığında, taşındığı eyalete göre yeniden bir eğitsel değerlendirme sürecinden geçmek zorunda kalabilir ya da farklı bir programa yerleştirilebilir. Ancak ülkemizde böyle bir durum söz konusu değil; tüm ülkede aynı kriterler geçerli olduğundan, çocuk şehir değiştirdiğinde tekrar bir eğitsel değerlendirmeye tabi tutulması gerekmez. Bu durum, tüm öğrencilere adil bir değerlendirme fırsatı vererek değerlendirme sonuçlarının birbiri ile tutarlı olmasını sağlıyor.
Ülkemizde eğitsel değerlendirme ve tanılama işlemleri Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinde (RAM) gerçekleştirilmektedir. Bu kurumlarda alanında uzman psikolojik danışman/rehber öğretmenler, özel eğitim öğretmenleri ve fizyoterapistler görevlendirilmektedir. Ancak dünyanın birçok ülkesinde, örneğin Amerika veya İngiltere’de eğitsel değerlendirme ve tanılama okullarda ya da yerel yönetim birimlerinde yapılmaktadır. Ülkemizde bu iş için, ilgili uzmanlar tarafından oluşturulmuş bir kurum olan RAM'ların olması, eğitsel değerlendirme ve tanılamaya verdiğimiz önemin bir göstergesidir.
Özel eğitim konusunda ülkemiz gerçekten farklı bir konumda. Tanı, eğitim, destek, ulaşım, beslenme, araç-gereç vb… Tamamı devletimizce karşılanıyor. Öte yandan eğitimi tüm özel çocuklarımıza sunuyoruz. Kaynaştırma yoluyla, özel eğitim okullarımızda, destek eğitimi odalarımızda, hastane sınıflarımızda hatta evde eğitim yoluyla. Tek bir öğrencimizin bile eğitim imkanlarının dışında kalmasına rıza göstermeyiz, gösteremeyiz. Bu konuda hem Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan hem de sayın bakanımız Prof. Dr. Yusuf Tekin’in çok güçlü destekleri var. Onlara gerçekten müteşekkiriz.
ÖĞRENME PSİKOLOJİSİ EKSENİNDE ÖĞRENME
Değerli Hocam, sizin üniversitede akademisyenlik yaptığınız........© Haber7
